27 Eylül 2013 Cuma

KEDİLİ KADIN OLMA FOBİSİ: YALNIZLIĞA DİRENİŞ

          30'lu yaşları karşılarken her yalnız kadın çok şartmış gibi bir iç hesaplaşmanın içinde bulur kendini. Bu yaşa kadar hayatına girmiş erkekleri, kariyer planlarını, çoluk çocuğa karışmış akranlarını düşünür. Belli kareleri geriye sarıp tekrar oynatır. Pişmanlıklarını tazeler. Tüm bunlar olurken de yalnızlığını paylaşacağı vefalı dostların listesini gözden geçirmeye başlar. Bu dostlar hemcinslerinden çok, kedi-köpekgillerdendir. Bir kadının yalnızlığı ile cebelleştiği an itibariyle “kedili kadın”a dönüşme fobisi sinyal vermeye başlar. Kedi sayısı ise bu kurguda biraz abartılı biçimde; yaşla orantılı hayal edilir. Evin her metrekaresine serpiştirilmiş türlü renk ve desendeki kediler miyavlamalarıyla bitmek bilmez yalnızlık hastalığının devası olmaya çalışır. Bu yazıda “kedili kadın” olmayı ne kutsayacağım ne de bunun acınası bir hâl olduğunu vurgulayacağım. Kedili ya da kedisiz kadının yalnızlıktan kaçış serüvenine değinmeye çalışacağım.




          “Kedili kadın” olmak başka bir deyişle "yalnız ölmek" ve sadece kedileri tarafından doğaya -bu senaryoda apartman dairesine olmalı sanırım- karışmak çok iç burkuyor değil mi? Bu konuda dürüst olup “kedili olmak olağan bir durumdur, yalnızlık olmasaydı” demekte fayda var. Buna bağlı olarak kadın-kedi denkleminde belirleyici olan zikredilmemiş yalnızlıktır. Kediyi yalnızlık fobisine alet etmek zavallıya haksızlıktır. “Bir çocuk sahibi olamadım bari kedim olsun, tüm östrojeni kediye yatıralım” kafası epey manasız geliyor bana. “Köpek değil de kediyi tercih ederim”, “Ben kedi insanıyım”, “Sevgili yerine kedi”, “(Kedileri göstererek) Bunlar benim çocuklarım”...Kedicanlar hep bir şeyin değillemesi ya da bir şeye koşut kurgulanıyor. Kedili ya da değil, yalnız olmanın nesi bu kadar kötü?

          Yalnız olmak kötüdür çünkü mahalle baskısına maruz kalırsın. Kimse senin özel hayatına saygı duymaz, kimse sana adam gibi bir daire vermez, kimse sana saygı duymaz.“X vardı, bizim coğrafya hocası. Hiç evlenmemişti. Ehe! Ondan öyle çatlakmış oğlum!”veya“Y vardı bizim ofiste boşanmış. Yazık kadına bir başına!” lakırdıları... Özetle, özellikle bir İslam ülkesinde yalnızsan gayrımeşru bir birey olur çıkarsın. Her zaman bir zavallı, her zaman bir tehdit unsuru olmanın arasında örselenir durursun. Bunlar işin toplumsal boyutu. Toplum bir baba ise birey evlatlıktan reddedilmemek için evin kurallarına uymanın lehine olduğunu düşünüyor. Toplum tarafından kabul görme endişesine bağlı olarak yalnızlık fobisi, cinsiyet kodlarına uygun davranmayla bastırılmaya çalışılıyor. Yani birliktelik/ilişki hobisine dönüştürülmeye çalışılıyor. “Hoşçakal kedili kadın, merhaba üç çocuk sahibi evli kadın!” kodu ise bu şekilde kurgulanıyor.



          Yalnız ve özgür bir kadın olmak, toplumla işbirliği bozduğu gibi tüm sorumluluk yükünün de tek başına üstlenilmesi anlamına geliyor. Bu da yalnızlık fobisini besleyen toplumsal itkilerin dışında bireysel tercihin de belirleyici olduğunu gösteriyor. Yalnız adamı toplum çarmıha gerer klişesi/arabeskinin dışında, kendi rızasıyla yalnızlıktan kaçma gönüllüsü pek çok insan var. Neticede her kadının rüyasıdır şu cümleyi duymak: “Hayatım/aşkım/yavrum sen artık çalışma! Ben sana bakarım”. Evin yükünü bir erkeğin üstlenmesi kadar güzeli yoktur. Bunun yanında iş hayatı ile evi bir arada yürütmeye artık gerek kalmaması harikadır. Bundan böyle sadece ev içi sorumluluklar vardır. Bu da sonsuz bir tatil gibi görünür. Mesai saatleri esnektir. Patron ise artık kocadır. Koca da istenildiğinde nazı niyazı çeken, zaafları bilinen görece daha iyi, anlayışlı, uzun lafın kısası amatör bir patrondur. Bu bireysel tercih, birçokları için özgür kadının halk dilindeki karşılığının neden “enayilik”olduğunu da gösterir. Neticede hangi kadın akşam iş çıkışı beş litrelik iki suyu canı çıkarak taşırken bir şövalye tarafından bu durumdan çekip çıkarılmak istemez ki?!


“Dominant ve yalnız kadın olmak” da ayrı bir enayilik kriteri olarak algılanır. Sevgililikte sorumluluk tiryakisi, baskın kadın imajı çoğu kez rol karmaşasıyla sarsılır. İlişki ise hezimetle noktalanır. Şöyle bir tablo düşünün çalışan bir kadınsınız. İş çıkışı alışveriş yapıp eve geliyorsunuz. Güzel bir yemek hazırlayıp birlikte olduğunuz adama sunuyorsunuz. Sonrasında beraber bir şeyler içmeye gidiyorsunuz. Hesabı asla ona ödetmiyorsunuz. Akşam eve döndüğünüzde bilimum kadınlık vasıflarınızı sergiliyorsunuz. Sizden başarılısı yok. Bir kavga anında da “Beğenmiyorsan s*ktir git!” diyebiliyorsunuz. Sonuç: Elde var sıfır! Yani enayilik mertebelerinin en yükseğine erişmek. Onca emek boşa gitti. Erkeğe atfedilen bilimum sorumluluklarla birlikte mükemmel kadın tanımına uymayı sağlayan sorumlulukların el ele yürütülmesi, belki de yarı erkek yarı kadın bir mutasyon yaratıyor. Bu da dominant kadın tanımının yeniden düşünülmesi gerektiğini gösteriyor. Erkek gibi kadın olmakla kastedilen nedir? Hem erkek hem de kadın olmak! Amma zor değil mi? En azından “kocam” dediği adamın cefasını çeken birine göre bu kadın “hiçbir şeyi” olan bir adamın cefasını çekerek aptallık etmiş oluyor. Cinsiyet rollerinin alayını üstlenip sonunda ödüllendirilmemiş olmak bu kadın tipinin “enayi” görülmesine yol açıyor.

          Enayinin tam tersi de erkeği sömüren “kurnaz/fettan” kadın. İstediğini elde etmek bu kadının sanatı. Sorumluluğu erkeğine yıkıp her şeyin ayağına serileyeceğini düşünen kadın “akıllı” kadın olarak görülüyor. Kocası kazanacak, o yiyecek. Yediği şeylerin yanında kocasından işittiği lafların bir önemi yok. Neticede bu feminizm zırvaları karın doyurmuyor. Her sınıftan kadın bir şekilde eziliyor. O ise en azından kocasının aldığı arabaya binip onun kredi kartı limitinden harcama yapıyor. Erkekler bu kadından korkarken onun çocuksuluğuna ve muhtaçlığına da bir şekilde bayılabiliyorlar. “Akıllı kadın vallahi”. Bu kadın her izdivaç programının onaylayacağı cinsten on numara, beş yıldızlı iş başarmış oluyor.Yine de insan kendine ait olmayan bir şeyin sefasını ne kadar sürebilir? Kadına “akıllı” denilmesinin sebebi de belki erkeğin kaynaklarını kendine harcaması. Yine de erkeği elinde tutmak için her daim bakımlı olmak zorunda hissediyor. Kendini olmadığı birine dönüştürüyor. Ne kadar “akıllılık" gibi görülse de her şeyin bedeli olduğunun farkında ve özgürlüğünü meta ile takas etmişken buluyor kendini.
          “Enayi” ya da “kurnaz” olarak görülen kadınlar... Bu kategorilerin hepsini topladığımızda beklentiden arınmış kendi için yaşayan bir kadına ne yaparsak yapalım ulaşamamak çok hazin. Sanki bir yerde ne kadar bağımsız olursa olsun kendini zorla bir bağımlılığa teşvik ediyor kadınlar. Bir başkasının varlığı olmadan yaşayamıyorlar. Dolayısıyla yalnızlıkla kadının kavuşmasında toplumun yalnız kadına ettiği muameleden daha esaslı bir engel çıkıyor: Annelik. Var olmak için bir şeyi sevmek ve o şey tarafından sevilmek. Bir sevgiliye ya da eşe duyulan ihtiyaçtan da kuşatıcı olan anne olma ihtiyacı. İki cinsi birbirinden ayıran biricik fark. Çocuk olmadan anne olmaz. Çocuk varken yalnızlık olmaz.

           Kadın rolleri değişse de değişmeyen tek şey annelik iç güdüsü. Dolayısıyla kedili ya da kedisiz, yalnız ya da değil bir kadının kendine atfettiği esas rol anneliktir. “Kedili kadın” belki de çocuksuzluğuna kedili olmayı ikame ederek anne olur. Anne olmak da kadının asla atılmak istemediği yalnızlık serüveninin en ikna edici bahanesidir. Var olmak için varlığına ihtiyaç duyan bir yaratık, yalnız kalmanın panzehiridir. Minnet duygusu aşılayarak yetiştirilen insan veya kedi yavrularıyla yalnızlıktan koşar adım kaçmak pek kolaydır. Bu biraz kadının varlığını kutsamada da işlevseldir. “Ben olmasam onlar ne yapar. Ne yer, ne içerler?” birliktelikte kendine paye çıkarmanın kutsal cümleleridir. Sevgisine ihtiyaç duyan maşuklar olmadan kadın olamayacağını düşünmek temel çıkmazdır. Kedili ya da kedisiz yalnız kalma korkusu kadında bakidir. Bu yüzden kadının boynu hep eğiktir. Zaafını bildiğinden bağışlayıcıdır çoğu kadın.






20 Eylül 2013 Cuma

KANATLISI KANATSIZI HAVADA UÇUŞUYOR AZİZİM!

               21.yüzyılda bir kadının hayatını zorlaştıran faktörlerdendir periodik vaka. Bazen vaka-yı hayriyye bazen de seyahat engelinin, performans kaygısının ve hatta beyaz giyme söz olurun adresidir menstrüasyon. Bu dönemde hem iş yaşamının hem evin sorumluluklarını sırtında taşıyan biçare kadının dayanıklılık gücü türlü kanatlı kanatsız pedlere bağlıdır. Her amazonun favori kalkanı bir ağrı kesici sonrasındaki seçimine bağlı olarak şekillenir. “Kanatlısı kanatsızı” olağanca “terbiyesizliğiyle” ve çeşitliliğiyle amazonun önüne serilir. Damla sayısı ise silahın gücünü gösterir. Damla sayısı arttıkça kalkan güçlenir. Bugünlerde teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin adeta Ortaçağ’ın cadı avı gibi kadının varoluşuna tahamülsüzlük ivmeleniyor. Hamile kadın, regl olan kadın, etekli kadın, dekolteli kadın, kısaca kadın olmanın en doğal hâllerine katlanamayan bir erkek sürüsü ile başa çıkmak çok güç. İşte bu güçlüğe dekolte vermeden göğüs germeye çalışırken “Pedlerin tılsımlı bir gücü olsaydı nasıl olurdu?”nun cevabını düşünmeye başladım. Biz amazonların gizli silahları pedler!!!! Pedlerin gücü adınaaaaa!!!
         
             Neticede kısıtlayıcı erkek figürlerin bini bin para değil mi? Bunun karşısında birer amazon veya süper kahraman olduğumuzu varsayarak pedlerin dünyasına dalalım, bakalım neler olacak? Öncelikle “günlük
ped”den başlayalım. Bu arkadaş kanatsız bir melek adeta. Her gün kendimizi güvende hissetmemizi sağlayan günlük pedin hareket özgürlüğü, yol tutuşu da paha biçilmez. Her şeyde olduğu gibi hakkında “Ayol onlar zararlıymış” denilse de “Hijyen benim göbek adım” düsturunu benimseyenlerin favorisidir. Gel gelelim bazı anlarda tahammül sınırını arttırmak amaçlı daha iyi bir silaha ihtiyaç duyabiliriz. Bu da “normal ped”dir.
       
 Normal ped, her normal insanın kullanabileceği insani damla gücüne sahiptir. Kendisi genellikle kanatlı olup günlük işlerle boğuşurken pegasus gibi şahlanacaktır. Normal ped, normal durumları kurtarsa da
şarjörün sık doldurulmasını ve gün içinde silah arkadaşınıza sıkça “Arkamı kontrol etsene!” demenizi gerektirmektedir. Arı Maya’yı çağrıştıran reklamlarında kuru petek dokusu savunma sanayimizin en tercih edilen ekipmanıdır. Ne var ki “normal ped” de anormal durumları kurtaracak bir “ultra gece” değildir.
         
Ultra gece” ise adından da anlaşılacağı üzere caps lock’u açık bırakmışçasına “Höhhhht!” bir koruma sağlar. Reklamlarda voleybol oynayan ablalar, beyaz pantolla Bebek’te, Arnavutköy’de, kısaca bilimum sahil şeridinde üç beş tur atanlar ancak ve ancak “ultra gece” ile sıfır tedirginlik mutlu mesut gündelik-haftalık-aylık-senelik yaşamın koşturmasına devam edecektir. Gece gece en savunmasız anlarda dahi mışıl mışıl uyutan bir uyku kardeşidir “ultra gece”. Genellikle kanatlı bir tür gece kuşudur.
         
  Cephede her türlü ayılıkla savaşırken, arkamızı kontrol edecek biri yokken dahi özgüven aşılayan kanatlı kanatsız dostlarımızın bazen de bahar esintileri ile bizleri karşıladığı görülür. Parfümlü olarak tabir edilen bu dostlar pembe paketleriyle günümüzü aydınlatır. Koruma ile birlikte çiçek desenlerini ve bahar tazeliğini de amazonun hayatta kalma defterine nakşeder ilmik ilmik. Neticede bu sözleri abartılı bulmayın. Çiçek desenleri ile romantik bir ped olduğunu on metre öteden haykıran bu ped için başka ne söylenebilirdi ki?
             Son olarak pedimize bile katlanamayan cenahların olduğu bu absürtlükler diyarında sancılar içinde kıvranırken utanmadan sıkılmadan size ped alan bir babanız veyahut bir erkek arkadaşınız varsa onun değerini iyi bilin demekle beraber sadece bu kriterin yeterli olmadığını hatırlatırım. Aslında tüm kadınlık hâllerinizi seven erkek cenahlar varsa onlara sarılın demek en doğrusu galiba. Zaten her şey ekstra zorken bir nebze kolaylaştıran biri varsa nesli tükenmekte olanlardan haberiniz olsun. Yoksa da benim gibi ped dostlarınıza sarılıp kanatlı-kanatsız birer Khalessi’ye bağlayın! Hörmetler efenim!