Giriş Notu: Bu
sayıda mizahi unsuru bol bir yazı yazma hedefinde olsam da epeydir
yazmak istediğim bir konuda, konunun ciddiyetinden olsa gerek, dil
şaşmasına uğradığımı başından itiraf etmek isterim.
Ciddiyet-mizah ikiliği (yüzeysellikte son nokta) yaratıp kendi
yeteneksizliğime bahane üretiyor da olabilirim. Mazur görün.
Yazmak ya da Yazmamak İşte Bütün Mesele Bu!
Sokağa adım atıldığından itibaren sözlü taciz yasalarının binbir çeşit rengiyle, istikrarlı biçimde yürürlüğe geçirildiği ülkemizde kadınlara anlatacak çok malzeme çıkıyor. Acıklıdır ki sözlü tacizin eylemsel tacize hatta tecavüze evrilmesinin her mertebesini çocuk yaştan itibaren deneyimlediğimiz bir ülkede yaşıyoruz. Amiyane tabirle “birine yazma” ile sözlü tacizin ince hatlarla ayrıldığı bir ortamda yaşadığımız kanısındayım. Daha çok kız kıza sohbetlerde utancı kırıp anlatabildiğimiz pek çok sözlü taciz anıları vardır. Travmatikliğinin diğerlerine kıyasla daha paylaşılmaya müsait olmasından ötürü “Sözlü Taciz Güncesi” başlıklı projemi hayata geçirme kararı aldım. Çocukluktan, ergenliğe, yetişkinliğe, orta yaşlılığa, yaşlılığa kadarki evrede aklımıza kazınmasına dirensek de bir türlü silinmeyen sözlü tacize uğradığımız anları paylaşabileceğimiz bir platform oluşturma fikrine ne dersiniz? Bu konuda siz değerli okurlarımın fikrine açığım. Paylaştıkça güç kazanırız. Neticede bizi bizden başka koruyacak yok. Farkındalıkla bir nebze aşabileceğimiz durumları gözden geçirmeyi deneyelim. Bakalım ne olacak? Başlıkta zikrettiğim diyaloğa ayak direten monologlar tabiri ise yazmakla yetinmeyip işi tacize vardıran kişinin kendi monolog evreni üzerinden karşı tarafı zorla diyaloğa çekme girişimlerini anlatmaya çalıştım. Bu ayak diretmelerin nerede sınırını aştığını belirlemek zor. Bu yüzden işe bence en temel yaklaşımla; soruna adını koymakla başlayabiliriz.
Sanırım
halk arasında “yazmak” olarak tabir ettiğimiz eylem, sözlü
tacizin masumâne formu. Neticede hoşlanılan kişinin yazması
durumunu da içermesi bakımından “yazmak” olumlanabiliyor. Ama
“Herif deli gibi yazıyor ve ben istemiyorum” anı da var. Sözlü
tacizde istenilmeyen bir durumun içine itilen mağdur bir taraf
olduğu şüphesizken yazma girişiminin doğası muğlaklık
taşıdığından rahatsız edici boyutlara hangi aşamada geçildiği
öngörülemiyor. Kimi zaman bilhassa kadınların sözlü taciz ile
yazma girişimini ayırt edemeyecek duruma geldiğini düşünmüyor
değilim. Sanırım ülkemizdeki şiddet dozajı ile bağıntılı
olarak kadınlarda sözlü tacize tolerans daha fazla. Travma
yaratacak derin şiddet örneklerinden sonra kadınlar kelimenin tam
anlamıyla sözlü tacizi olağan karşılayıp adeta bu kadarla
kalmasına şükredecek noktaya geldi. Bu yazıda daha çok
istemediğinizi ortaya koymanıza karşın ısrarla size yazan hatta
sözlü tacizde bulunan insanların yaklaşımlarına değinmeye
çalışacağım. Yazmanın kolaylıkla sözlü tacize evrildiği
anlara yer vereceğim.
******************************************************
******************************************************
İnceden yazma, laf atma ve tehdit içerikli sözler yapılanın
adını koymayı zorlaştırıyor çünkü bazen bunların hepsi
paket program olarak sunuluyor. Israrcı kişiler bazen öyle
cümleler kuruyor ki ne tepki vereceğinizi şaşırıyorsunuz. Sizi
hazırlıksız yakalayan bu sözler zihninize öyle fatal error
verdiriyor ki tacizcinin sözlerine gülseniz mi ağlasanız mı
bilemiyorsunuz. Kimi zaman da ısrarcı kişiyi defetmek uğruna
zoraki diyalog yaşanabiliyor. Tacizci kendi dünyasını ve
düşüncelerini öyle fütursuzca paylaşmaya hazır ki otobüste,
kalabalık bir sokakta dahi zerre çekince hissetmeksizin tweet atar
gibi laf atabiliyor.
Kendi
anılarıma ve çevremdeki gözlemlere geçerek şu resmi dili bir
nebze kırmayı ümit ediyorum. Sözlü tacize meyilli meslek
grupları ile söze başlayayım. Misal kuaför ve taksiciler...
Elbette bu mesleğe mensup tüm kişiler için genelleyemesek de
benim “kıstırma taktiği” adını verdiğim yöntemle işini
kötüye kullananlara epeyce rastlamışsınızdır. Artık mekâna
hâkim olmaktan mıdır nedir önce sizi ablukaya alıp sonra hemen
yazma girişimine geçerler. Şahsen sık kuaföre giden bir insan
değilim. Dolayısıyla gittiğimde de artık insana benzeyip milleti
korkutmayayım amacıyla hareket ettiğimden genellikle uzun
aralıklarla kuaförü ziyaret ediyorum. Sürekli gittiğim bir yer
olmadığından sık kuaför değiştiren bir tipim. Özetle bu
sayede hem çok gözlem yaptım hem de tanışıklık olmadığından
istemediğim durumla çok karşılaştım.
Şimdi
istenmeyen durumlara nasıl zorla itildiğimi/itildiğimizi
anımsayalım. Bu istenmeyen koşulları oluşturup işini
kolaylaştıran kimselerin uyanıklıklarını anlamak üzere
özellikle detaylandırarak kuaför sahnesinde yaşananları
anlatacağım. Böylelikle yazma/ sözlü tacize hazırlık evresini
başka bir deyişle kıskaca alma taktiğinin işlerliliğini de
görmüş oluruz:
Yeni
girdiğiniz kuaförün -biraz da janjanlıysa- bütçenizi aşan bir
mağazaya girerken hisettiğiniz duyguları hortlatması an
meselesidir. Hadsizlik endişesi yerini tekinsizlik hissine bırakır
ve “Allahım şimdi bunlar hem kafamı kuşa çevirip hem de paramı
emer mi?” sorularıyla koltuğa oturursunuz. Aynadaki ekşi
yüzünüzle düşüncelerinizi toplayıp ikiye bölersiniz. “Korkma
her şey iyi olacak” telkini ile olumsuz havayı yenmeye
çalışırsınız. Sonrasında mekânda çalışanlara hâkim
olmadığınızdan çıraklık-ustalık derecesini belirleyemediğiniz
kimse gelip saçınızı didikleyerek: “Saçlar temiz mi?” diye
sorar. “Eeee şey dün yıkamıştım” demeniz çoğunlukla karşı
tarafı ikna etmez ve zaten temiz olan saçlarınızı bir daha, bu
kez özel bir solüsyonla yıkayacağını söyleyerek sizi ikna
eder. Saçınızı yıkarken diplerini güzelce ovaladığında
kendinizi iyi hissetmeye başlarsınız. Sonra bu ovma işlemi adını
koyamadığınız bir şeye dönüşür ve yine tekinsizlik hissi ile
boynunuzda rahatlama yerine kasılma hissedersiniz. Aynı anda: “Kaç
yaşındasınız? Okuyor musunuz? Nerelisiniz?” soruları ard arda
patlamaya başlar. “Adam saç diplerimi mi arındırıyor yoksa
boynumumu okşuyor? Ne fetişi la bu?” demenize kalmadan üçüncü
sorusunu yanıtlarken bulursunuz kendinizi. Bu öyle karşı
konulamaz bir evredir ki...Kuaförün mekânında onun sözü
geçmektedir. Misafirliğe gitmiş gibi bir hisle her türlü
andavallığına katlanmak nezaketini gösterme ihtiyacı duyarsınız.
Bir de “Ulen şimdi kızar saçımı mahveder” endişenin lokal
anesteziliye bağlatması da benim açıklayamadığım bir etkidir.
Adam: “Bir şey ikram edelim mi?” deyip Hannibal gibi kendi
beynimi yedirtse cık diyemeyeceğim minvalinde iğrenç bir acizlik
hasıl olur. Siz nereli olduğunuzu söyledikten sonra: “Ben de
İzmirlisiniz” sandım demek, kuaför yazmasının klişe
taktiklerinden biri hâline gelmiştir.“Nerelisiniz?” sorusuna
karşılık sizi zorla İzmirli yapan kuaför, elbette hüsn-ü talil
sanatının feriştahı ile size “İzmir'in kızları güzel olur,
sizin güzelliğinizin kaynağı da bu olmalı” gibisinden bir
güzel sebep yarataraktan gururunuzu okşamaya çalışır. Saç
yapılma faslında boya yaptırıyorsanız adama vereceğiniz en ufak
ayarda saçınızın Sulukule stiline dönüşmesinden tırsmanız
gayet anlaşılır bir kaygıdır. Fönde ise saçı yakmak suretiyle
yazan meslek erbabı “Haftasonu işiniz yoksa kahve içelim”e
kadar vardırmıştır fütursuzluğunu.
Kuaförlük
hem yazıp hem işini yapmaya uygun bir meslektir. Size sorulan özel
sorular pekala muhabbet etmek amacıyla sorulmuş olabilir. Öte
yandan zaten dokunma odaklı bir iş olduğundan masajla taciz çok
kolay birbirine girebilmektedir. Bu iç içe geçmişlik kimi
fırsatçılara mesleği kötüye kullanmada güzel olanaklar
sağlamaktadır. Siz ise“Ya sandığım gibi değilse” rezillik
çıkmasın deyip son ana kadar bu aldatmacayı deneyimlersiniz.
Kuaförlük müşteriye güzel olduğunu hissettirerek psikolojik
destekle uğurlayan bir meslek olduğundan iltifatların ucunun
nerede kaçacağını kestirmek güçtür. Kimi soruları yanıtlamayı
yadırgasanız da şık kaçmaz diye yanıtlamak durumunda
hissedersiniz. “Okuyor muyuz?”un ardından gelen görece makul
soruların arasına “Erkek arkadaşınız var mı?”nın
sıkıştırıldığına dahi şahit oldum. Ayar verdiğimde de “Yok
buluşmaya gidecekseniz ona göre saç yapıyım” diyerek
kıvırmasyonlara girişmeler de mesleğin esnek olanaklarından
biri. Bu klişe soruların muhabbetten yazmaya evrildiği o sınır
noktasını birçok arkadaşımla deneyimlediğimizden artık “Yeter”
dedim. O anda her ne kadar kendimi “Bir daha kuaföre gidersem
Allah yarattı demeyip bu klişelerle dalga geçeceğim. Hizmet mi
alıyorum, veriyor muyum belli değil” sözleriyle dolduruşa
getirsem de uygulamaya geçemediğimi fark ettim. Sanki dükkandan
içeri girdiğim andan itibaren bu dünyada tarifi olmayan peri tozu
gibi bir şey serpiştiriliyor üstüme. Keratin ve saç spreyi
kokusunun yüksek dozajda kafa yapıp basiret bağlanmasına yol
açtığını bilimadamları artık açıklamalı. Her neyse en son
hissettirmeden yazma tekniğine bir yenisi eklendi. Gittiğim kuaför
yakın zamanda İngiltere'ye eğitime gideceğini ve kendisine
uygunsam İngilizce çalıştırıp çalıştıramayacağımı sordu.
Ben de çok yoğun olduğumu ancak elimden geleni yapabileceğimi
söyledim. Numaramı aldıktan sonra kartını verdi ve çıktım.
Sonrasında arkadaşlarımın çoğu “Bariz uydurmuş. Sana yazmış”
deseler de inanmak istemedim. Yine de belli olmaz kaygısıyla şehir
dışında olacağımı belirtip iptal ettim. Gel gelelim sözü
edilen kişi İngiltere'ye yakın zamanda gitmediğinden, hatta hiç
gitmediğinden. “Layn!!!! Yoksa??!!” şüpheleri ile beni baş
başa bıraktı. Eğer bu bir yazma girişimi ise -ki hâlâ emin
değilim- bravo! Neticede eğitim toplumumuzun en büyük zaafı.
Mekâna
hâkim olma olanağı ile istemediğiniz bir şeye yeltenen meslek
erbabına ayar verdikten sonra ölçüyü daha da kaçıracağından
korktuğumuz bir başka meslek de taksiciliktir. Taksicilerin
bazıları haddinden fazla soru sorar. Çok konuşmak istemediğinizde
gaza abanıp sizi korkutur. Oturduğunuz yeri öğrenmesin diye
taksiden erken inersiniz. Takip ediyor mu diye üç buçuk attırır.
Size yazan taksici bazen de dikiz aynasından hat safhada dikizleyip
laf atar. Üstüne radyosunda çalan şarkının sesini açıp
direksiyon showa geçer. Koltukta büzüşüp şurda inebilir miyim
dediğinizde “Ne güzel gidiyorduk” diyeni bile vardır.
Bazen
garsonlar da çıldırtır. Size ikramlarda bulunarak ilgisini belli
eden garson olur olmadık masaya damladıktan sonra çaresiz hesap
öderken tüm hünerlerini ortaya dökmeye çalışır. Malum klişe
soruları sorar. Numarasını zorla adisyon iliştirenler de
gözlemlenmiştir.
Çeşitli
meslek gruplarının hissettirmeden yazma becerilerine ilginç bir
yorum da facebooktaki bazı kullanıcılardan gelmiştir. Bu
kullanıcılar sizde ekli olmamalarına ve gizlilik ayarlarının
katılığına rağmen ne yapıp edip size mesaj yollarlar.
Genellikle gelen kutusuna bakan siz bir gün “Diğer” kutusuna
baktığınızda tanımadığınız kimselerin yazma girişimlerine
tanık olursunuz. Bunların içinde birçok kadına aynı mesajı
gönderdiğini gizlemek için acemice “sadece size” yolladığı
vurgusuna yer vermeden rahata ermez bu insancıklar. Posta
gazetesindeki şiirlerin üslubunu andıran mesajlar da acemi
lirizmleriyle mizah anlayışınızı besler.
Yazmanın
sözlü tacize dönüşmeye en fazla fırsat bulduğu alan
sokaklardır. Bu kez hissettirmeden yazanların dışında kulağa
fısıldama ve hiçbir şey olmamış gibi yanınızdan geçip
giderek sözlü tacizini gerçekleştiren dayılar söz konusudur. Bu
dayılar en ağıza alınmayacak sözleri ile sizi nasıl
fantazilerine dâhil ettiklerini yanınızdan geçerken söyleyip
hiçbir şey olmamış gibi yürümeyi başaran poker suratlılardır.
Kimisi de hat safhada pişkindir. Önce yola okkalı bir balgam atıp
buraların kendisine ait olduğunu gösterir. Sonrasında ise avına
yaklaşıp iğrençliğini söyler ve gülerek bekler. Rahatsız
etmekten haz alan bu şahıslar bazen de bindikleri arabadan
iğrençliklerini yayalara taşırlar. Yine burada da müziğin
sesini orantısızca açmak esasına uyulur. Gaza abanmakta iktidar
manyaklığının başka bir gösterenidir.