10 Mayıs 2014 Cumartesi

KİMSE ÖLDÜRÜLMEYİ HAK ETMEZ!



          Bir ay önce Özge isimli üniversiteli bir gencin, eski erkek arkadaşı tarafından otobüste katledildiği haberini gördüm. Ne olup bittiğini daha detaylı takip etme gayreti içindeyken katil erkek arkadaşın otobüsten kaçıp intihar ettiğini öğrendim. Bu olay üzerine kadın cinayetleri tekrar lanetlenirken diğer yandan Özge'nin okulda çok başarılı bir öğrenci olduğundan söz ediliyordu. Bu derslerde başarılı olma vurgusunu çok yadırgadım. Özge başarılı olmasaydı öldürülmeyi hak edecek miydi? Yine Ali İsmail Korkmaz'ın ölümünden sonra annesinin Ali'nin huzurevlerini ziyaret eden duyarlı bir çocuk olduğunu söylediği görüntüleri aklıma geldi. Berkin ise ekmek almaya gitmiş bir çocuktu. Elbette bu gençler sosyal duyarlılıkları olan bildiklerimizin yanında belki bilmediğimiz pek çok alanda başarılıydılar. Ne var ki öldürülüşlerinin arkasından bu yönlerine dikkat çekilmesinin bir alt metni olmalıydı. Ben bu noktada toplumsal ahlakın sorgulanması gerektiği kanısındayım.
          2014 belediye başkanlığı seçimlerinde sonuçlar açıklandıkça Türkiye'nin ahlaki çöküşe sürüklendiği ileri sürülmüştü. Başka bir deyişle de ülkenin ahlakı konusunda endişe duyulduğundan söz edilmişti. Dini bütün bir hükümetin nasıl olur da bu denli çalıp çırptığına hayret edilmiş, gerçek dindarlığın böyle olmadığının altı çizilmişti. Demokrasi cinayetinde pek çok örneğe ev sahibi olma şerefine nail ülkemizde iktidar karşıtı partilerin söyleminde “Efendiler gerçek din öyle değildir, böyledir” gibi bir söylem var. Adeta muhalefet de kendini muhalif olduğunun temel paradigması ile inşa etme saçmalığı içinde bulunuyor. Oysa ki madem bir karşı duruş var bu noktada neden biz daha dindarız kurgusu hakim anlamış değilim. Dahası anlayamadığım bu nasıl bir ahlak anlayışı ki başarısız, “hayırsız” ve ateist olduğunuzda öldürülmemeniz için her türden mazereti sıfıra indirgemiş oluyor. Özge başarısız bir öğrenci olsaydı da öldürülmemeliydi. Ali İsmail Korkmaz hiçbir duyarlılığı olmadan sadece kendisi için yaşayan bir genç olma ihtimalinde de öldürülmeyi hak etmezdi. Berkin bir yetişkin olsa da öldürülmemeliydi.
          Bu ahlaki kurgu nasıl bir mantığa/mantıksızlığa dayanıyor ki aynı oranda demokrasi de çökmüş oluyor? Sadece çoğunluğun önördüğü kriterlere uygun çerçevede olumlu birer figürü temsil edenler en kabaca tabiri ile yaşamayı hak ederken neden çoğunluğun dışında marjinal bir hayat sürenler yok edilebilsin ki?
          Bu demokrasi sınavında temcit pilavı gibi tekrarlanan ahlaki değerlerde yozlaşma fikri neyi temsil ediyor? Ahlak nedir? Bu ülkede varolabilmek dahası yaşama hakkına sahip olabilmek için toplum yararına hizmet etmek mi gerekiyor? Bu çocuklar öldürüldü. Hepimizin içi kan ağladı ve bu telafisi olmayan bir durum. Bu çocuklar iyi özelliklerine rağmen katledildi söylemindense bu çocuklar ne yaparlarsa yapsınlar yaşamayı hak ediyor söylemi daha demokratik olmaz mıydı?
          Ahlak denilince aile kurumu akla geliyor. Bu noktada dahi birinin canını yakmadığı halde sırf kendi hayatını, kendi bildiği gibi birey olma bilinciyle yaşayan insanlar evlatlıktan reddediliyor. Oysa bir insan farklılığının bedelini dışlanarak ödememelidir.
          Bazen farklı bir şey inşa etmeye inanıyorsak daha cesur biçimde karşıt güçten bütünüyle bağımsız bir söylem geliştirmek farz oluyor. Mutlak iktidarı yıkmak, demokrasiyi müjdelemek için belki de her şeyden önce ahlaki değerlerimizin bütününü gözden geçirmemiz gerekiyor. Berkin Elvan ekmek almaya gitmeseydi de öldürülmeyi hak etmiyordu. Tutun ki polise taş attı sapanıyla bunun ne mahiyeti var? Tutun ki çocuk değildi. Tam da burada acımızı yaşarken dahi zorba gözlere açıklama yapma ihtiyacı ne berbat bir histir. Mağdur taraf, kusurlu bulunanın aslında ne kertede bu sistemde ideal olduğuna dair ikna yarışına girmemeli. Bırakın şu ahlak zırvalığını, bırakın insanlar acılarını yaşasınlar. Yaşama hakkı elinden alınmış bir insanın kabahati aykırı olması, hakkını araması olmamalıdır. Hatta bu örnekte hiçbir kabahati olmamalı. Biz çocuklarımızı her hâlleriyle bağrımıza basarken bu akılsızlar da artık iktidarın tuzağına düşüp onun ayıplayacağı noktaları törpülemek zorunda kalmamalı. Gerçek bir karşı iktidar kendini mevcut olandan farklı tanımlamalıdır. “Ben daha ...” yarışına girmemelidir.

          Özetle, hiç kimse en kapsayıcı hâliyle toplumun genelinden daha farklı bir yaşam idealine sahip olmasından ötürü öldürülmeyi hak etmez. Kimse koruma kalkanlı polise karşı kendini savunduğunda -ki cana kastetmek yoktur- öldürülmemelidir.