Kadın-erkek rollerine
bugünden bakınca mağarayı dişi kuş bezer misali bir yaklaşım
komik kaçıyor. Günümüz üzerinden bir baloncuk yaratınca
mağarasına pazardan öteberi toplayıp getiren kadın aynı zamanda
kasaptan et almak için temizliğe gidecek. Ne var ki yüzyıllar
öncesinin “Bey, haydi git de avlan! Ben de ot topliyim” kafası
daha hakkaniyetliymiş yev! Avcılık denilince de bugün Türkiye
koşullarında en yakın imaj olarak geyik başının altında viski
içen baba imajı yerine kurban kesme seramonileri canlanıyor
kafamda. İç burkucu bir sahne! Kurban kesme faslında namaz etekli
bir kadın, leğende duran hayvan başı, tepside et bölüştürme…
Akrabalara siyah poşette dağıtılan etler… Neden bilmiyorum bu
yazıda odak noktam dağıldı. Bilinç akışından bilinç akışına
koşuyorum. Avlanma maratonunun son noktası zihnimde kurban eti
dağıtan kadına dönüşürken bu kadın o kadın olamaz diyorum.
Zira 21.yüzyıldaysak neden o kadın kadınlığından hiçbir parça
taşımadan ellerinde kan, mutfağında koku hayvan parçalarıyla
uğraşıp duruyor? Adam kurban etti. Sen de otur, bölüştür,
pişir. Hıyk! Hiç estetik değil. En azından ideal kadın
imajlarını bu sahneye oturtmak çok zor. Audrey Hepburn’ü siyah
poşete et parçası yerleştirirken hayal edemiyorum. Anadolu
kadınının makus talihine tüküreyim! Her türlü pis işe
koşturulurken kadınlığını unutan genç yaşında 60’lık
görünen biçare kadınlarımız. 21.yüzyıl bu tabloya hiç
uğramamış gibi. Ne kadar şehirli kadın imajı çizilirse
çizilsin bu coğrafyanın kadınının çoğunluğu böyle. Sex and
the city kafalarından süzülen şehirli kadınların annelerinin
çoğunun kadınlığından bertaraf edilmiş Anadolu kadını olduğu
düşünülürse her kimlik fason çıkıyor.
Bugün
hâlâ “Kadın dediğin oturup kalkmasını bilecek”
lakırdısının dönmesi de ayrı bir aşağıya çekme yöntemi.
Oturup kalkmasını bilip saygıda kusur etmeyen Türk kadınından
beklenti büyük. Kahvede oturan kocanın ve yığınla çocuğun
istikbali için hamallıktan hamallığa koşması gereken bir kadın.
Şimdi bu durumu yok sayıp iş bölümünden söz etmek abes
değildir de nedir? İş bölümü hoş, amma velakin bu
topraklardaki kadın mevzubahis olunca gerçekleşmesi zor bir şey.
İş bölümü de ne canııım?! Sorumluluğun ekmeksiz bütün
bütün yutulması arzu edilirken boğaza takılan taneleri birkaç
iltifatla boğulmanın eşiğinden döndürmek safdillere teselli
ikramiyesi. “Kızımız da pek hamarat, on parmağında on marifet”
mottosuyla yetiştirilmiş küçük kadınlar…Hamarat olma görevini
yaşamı boyunca yerine getiren sadık ev hanımını bir cümleyle
motive etme derneği çalışmalarını yüzyıllardır sürdürüyor.
Bu kafayla 2000’lere geldik. Kadınlarımız hem çalışsın, hem
okusun, hem ev işi yapsın. Sırtlan babam sırtlan! Victorian
dönemde dahi böylesi bir vahşet yoktu kanımca. Artık çalıştıkça
bağımlılığa batan kadınlar var. Durum ümitsiz gözükse de
tırnak içinde şehirli kadın olarak ifade edebileceğimiz
kadınların hayatında bir kırılma var mı acaba?
Şehirli
kadınlarımız bir ofiste çalışıp birkaç kuşak geridekilerin
ya da fazla uzağa gitmeye gerek kalmaksızın annelerinin kaderini
yıkabilmiş durumdalar mı? Şekil olarak evet! Peki ya zihniyet
olarak yıkıldı mı bu kadının imajı? Üstüne iş bindirilmeye
nazır yetişmiş bu kadın kimliği bir çırpıda silinebilir mi
koskoca bir geleneğin üstüne? Üniversiteyi bitirmiş, çalışan
kaç kadın hayatının erkeği olarak tabir edilen kabusu başına
sarmaya meyilli değil? Bir kocanın boyunduruğuna girmek için can
atan kadınlar…Kocaların beklentileri ise annelerini bu kadında
görmek. Kadın da kocanın kendisine biçtiği bu ideal rolün
hakkını vermek için işten çıkıp eve geldiğinde yemek pişirme
derdine düşüyor. Öyle refleks olarak yerleşmiş roller ki
bunlar. İnkar, nadiren akla geliyor. “Canım kocam, evde sıcak
yemek olsun diyor. Annemin yemeklerini özledim diyor. Ben de elimden
geldiğince ona bu ortamı sunmaya çalışıyorum. Yoksa garibim hep
dışarıdan yiyemez ki o artık evli bir erkek. Yiğidim! Evli
olmanın lüksünü yaşayacak tabii. Ben onun karısıyım. Modern
kadın dediğin kiraya ortakken aynı zamanda herifinin boklu donunu
yıkamayı kendine görev edinmiş kutsal eştir” iç monologları
bir yana bir de duyarsızlığın diz boyu olduğu rahata alıştırma
enstitüsü diyalogları vardır. Bu klişeler klişesi diyalogta
ise: “- Tatlım çorba nasıl olmuş? – Anneminki gibi
yapamamışsın.” Neden anasının çorbasını sunma peşindesin
ki “modern” kadınım? Bırak en ufak noktada bireyselliğini
ilan eden “Beni boğma, bana karışma” diyen adam kendisi yapsın
çorbasını. Ah ah belki de kendi anneni yaşatıyorsun sen de…
Tamam, kurban bayramında etleri bölüştürecek denli bir
brutallıktan uzaklaşmışsın da yine de hem annen gibi iyi bir ev
hanımı hem de baban gibi eve ekmek getirmekle mükellef adamın
rolünü üstlenmen için bir klona ihtiyacın olmadığını kabul
etmen hangi “hero” kafasına denk geliyor? G*tünü de yırtsan
karşındaki herif ebediyen memnuniyetsiz olacak. Dudağının
kenarıyla teşekkür ettiğinde dokuz parende atacak kadar acınası
hâlde misin? Hem sen neden bu rolü bu kadar ciddiye alıyorsun ki?
Yaşamın tadını çıkarmaya bu kadar mı ürkek yaklaşıyorsun?
Yaşadığımız çağın artık post-post-modern kadınının
seçeneklerinin hakkını verelim. Bu kadar korkak alıştırmayalım
elimizi.
Şu
aralar bir arkadaşımla kadınlık rollerinin girdabını akademide
yer alan kadınlar olarak nasıl aşabilirizi konuşuyorduk. Elbette
böyle yazdığım gibi toplumsal gönüllülük projesi soğukluğunda
bir konu başlığı ekseninde evrilmedi muhabbet. Neyse işte,
arkadaşım kadın çalışmalarında boy gösteren insanların ne
denli özgür kadın tanımını kavramış olabileceğine dikkat
çekti. Böyle reported speech ayarında anlatınca trt spikerine
bağlamam da mevzuyu ele alışımı yavanlaştırdı galiba. Tekrar
bir “neyse” patlatıp konuştuklarımızı aktarma işini
toparlayayım. Özetle, bu kadar kadınlık rollerinden yakınıyoruz
da neden heriflere ihtiyaç kafası devam ediyor dedik. Al bak bu
devirde taşıyıcı anneler, sperm bankaları var. İster avcı,
ister toplayıcı ol, dahası cesur ol dedik kendimize. Yakınmaktan
gayrı binlerce single mother’a ortak ol, güzel çocuklar
yetiştir. Psikopat, olgunlaşamamış eril benlikleri rehabilite
edene kadar kendi işini en temiz yoldan kendin gör yevrim öğüdünü
verdik birbirimize. Cesaretin var mı östrojenli yaşamaya? Varsa
beri gel. Zira bu devir tam devri! Her tıbbi olanak mevcut. Aile
kurmanın tek yolu kokuşmuş düzene sadık kalmak değil.
Olanaksızlık edebiyatına acilen son verdiğimiz takdirde nefes
alma alanlarının hiç de sanıldığı kadar uzakta olmadığını
görmemiz an meselesi. Her sorumluluğun altına girip kadınlığını
unutmaktansa cesurca esas sorumluluğun altına girmek bugünün
kadını için en onurlu seçenek. Mağara kadınının iş bölümünü
aratan bir düzenle boğuşmaya ne gerek var? Relax, take it easy!
Not hard, believe me! Madem iş bölümü diye bir şey yok, varmış
romantizmini yaşatmaya ne hacet? Hayal kırıklığına boy vermenin
alemi yok! Kendin pişir, kendin ye!