Gezi
direnişinin birinci yılını kutlarken bugün televizyon
kanallarından öğrendikleriyle geçimini sağlayan orta sınıfın
çoğunda aktardan tasdikli sağlık programlarına abanıldığını
gördükçe ne tepki vereceğimi şaşırıyorum. Diyetisyen, aktar,
enejici, alternatifçi, bilimadamı, zart zurtçu kisvesiyle “Şunu
ye, kansere bire bir ablacııım” diyen pazarcı kılıklı
dayılara verilen referansın haddi hesabı yok. Artık iki kelime
laf edemiyorum orta yaşlı orta sınıfla çünkü her iki kelimeden
biri: “Şunun çekirdeğini mıncır, yut! Bak çok iyi geliyormuş.
Saafoğlu söyledi. Büyük alim! Mutlaka ye çocuuum” şeklinde.
Kanserden ölüm korkusunun, manyaklık boyutunda beslenme fetişine
dönüştüğü ülkemizde adaletsizten ölenler için hiçbir
eylemliliğe gidilmemesi ne acı!
Orta
yaş ve üzeri orta sınıf her şeyde olduğu gibi bu eylemlilik
meselesinde de orta yolu bulmuş durumda. Akşam izlenilen haberlere
iki “Cık cık!”, bir “Vah vah!” ettikten sonra gelelim
fasülyenin faydalarına seansına başlamak resmen korsan ritüele
dönüştürülmüş. “Aman çocuğum olaylara karışma! Ama ne
yap et, iki elin kanda olsa da kiraz sapını, limon çekirdeğini
eksik etme!” apolitik zihinlerin mottosu hâline gelmiş.
Hemen
her programda sağlık da sağlık diye milletin beynini yıkayan
satılmış medya hükümet elli cinayetlere yer vermekten kaçarken
biz onca katledilme haberine karşın ne zaman İsveç'e dönüştük
de kendimizi kanserden korur olduk? Ucuz ölümler diyarı ülkemizde
ne zaman sıra kansere geldi?
Bir
de komplo teorisi ürettim: Yıllardır peşimizden yemekle koşan,
hırka giydirmeye çalışan masum görünümlü anneler, bu
özelliklerinden ötürü kamuflaja bürünüp Saafoğullarının
misyonerliğini yapıyor olabilir mi? Her gün sabahtan akşama kadar
izlediği programlardan ötürü beyni aktara bağlayan teyzelerdense
sapan tutan aktivist teyzeyi kaç hükümet yeğler ki? En güzeli
etliğe sütlüğe karışmayıp kendini kanserden ve tüm
felaketlerden koruyan bir neslin üreticisi olan anneler yetiştirmek.
Böylece gençlik hem kanserden korunacak hem de hükümetin
adaletsizliklerine gık diyemediğinden her daim güven içinde
yaşayacak. Ne ütopik bir manzara.
Yeni
nesil ev hanımının hormonlu besin, kansorejen madde kabusu “Artık
çok geç!” dedirten bir yöne de sahip. Düşünsenize onca yıldır
katı yağla beslenip sonra tıkanmak üzere olan damarları “Biz
her şeye zeytinyağı koyuyoruz” diyerek açma çabası çok
absürt değil mi? Eski tüketim ekipmanlarındaki hormona/kanser
yapıcı etmenlere yeterince maruz kalmasından dolayı son gece ödev
yetiştirmeye çalışan biçare öğrencinin hâlini anımsatıyor
bu teyzelerin hâli. Takriben 50 yıl öncesinde Vita yağına abanıp
sonra soya filizi yağından başkasını kullanmayan hormonlu zihine
Çernobil aromalı çay ikram etmek istiyorum. Çok iyi geliyormuş
bakın öyle diyor büyüklerimiz. Üstüne de doksanlarda giydiğin
kanserojen boyalı t-shirtü de giyindin mi tadından yenmez! Bir yağ
yaktırıyor ki... Allah seni inandırsın, kaynımın kızı bir
ayda 35 kilo verdi!
Keşke
bu mantıkla gidecek olduğumuzda hükümetin döktüğü kana da bir
çare olsa. Mesela ceviz suyuna incir çekirdeği koyduğumuzda
vicdan uyansa. Adaçayına limon ve zencefil ekleyince ileri
demokrasi gelse. Böğürtlene kuşburnu ekleyince zihinler uyansa ve
hür olsa! Belki aktardan çıkıp biraz politik tarihimizle ve
bugünümüzle haşır neşir olursak mucizevi tariflere gerek
kalmaz. Gezi'deki gibi mucizevi tarihler yazılır.