Bir
kadın cinayetine ramak kala kurtulan ama hayatı hiçbir zaman
eskisi gibi olmayacak bir kadının anneliğe uyandığı ilk
günlerin kabusa dönüştürülmesini okurken gözüm bu kabusu
gerçekleştirenin adına takıldı ve Reha Erdem'in Kosmos
filmindeki saf aşkın başlangıcındaki replik aklıma geldi.
Filmde köye yeni gelen genç adam,
âşık olduğu kızla ilk diyalogunda ona adını soruyordu. Kızdan:
“Neptün olsun” karşılığını alan genç adam bunun üzerine
sevinçle:“Senin Adın Neptün olsun, benim de Kosmos”diyordu.
Aşka göre kurgulanmak böyle bir şeydi işte! Aşk, ismini bile
seçebildiği bir özgürlük vaat ediyordu insana. Oysa bu şiirsel
kurgudan çıkıp gerçek hayatın soğukluğuna düşünce insan ne
ismini ne de talihini seçebildiğini görüyor.
İşte
bu soğuk zeminde bazı talihsiz rastlantılar insanın gözüne
ilişebiliyor. Bu hikâyede ise isimler aşktan önce var. Adam
Neptün. Kadın ise Kübra. Kübra, birçok dilde “Seni seviyorum”
demesini bilir. Ay gibi güzeldir. Sonra uzak diyarlardan doğduğu
topraklara dönmek ister. Burada bir aile kurmalıdır. Neptün baba,
Kübra anne olacaktır. Sonunda bebek gelir. Neptün, Kübra'nın
bildiği dilleri bilmez. Ana dillerinde dahi anlaşamazlar. Neptün,
konuşup anlaşamadığı Kübra'nın kimse ile konuşamayacağını
düşünür. Bu düşünce ile Kübra'ya bir darbe ile bildiklerini
unutturur ve bir darbe ile de sözcükleri...Kübra sessizlik
uykusuna dalar. Uyandığında ise artık hiçbir dilde “Seni
seviyorum” diyemeyecektir.
Kübra'nın
ay yüzü soldurulur, bildikleri unutturulur. Gerçeğin hikâyesinde
Neptün'ün ahlakı aşık olduğu kadına bunları eder. Öyle ki
Neptün, Kübra'nın sezeryan sonrasında komaya girdiği yalanını
söyler. Zaten dürüst olan hangi adam komaya girmiş karısından
bebeğini kaçırır. Neptün bunu da yapar, Kübra'ya bebeğini
göstermez. İnsan kendine, Kübra'nın hayatını yok ettikten sonra
nasıl rahat uyur uykusunda sorusunu sormadan edemez.
Kızı
Kübra'yı görmek isteyen annesi ise Neptün'ün yalanlarına
inanır. Başka bir deyişle, kızını bu yalanın kucağına teslim
eder.Oysa kızı önceden de mutsuzdur, ama annesi bilmez. Herkes
mutluluk oyunu oynamayı tercih eder. Mutluluk oyununun bedelini
görmezden gelir. Kızının kocası tarafından dövüldüğünü
ise ancak doktordan öğrenir.
Kübra
sonunda uzun uykudan uyanır. Uyanışla birlikte kötü anılar da
hortlar. İçini yakan o anı tek tek harflerle anlatmak zorunda
kalır. Kübra ne adını, ne de ona bu işkenceleri eden adamı
verili düzenden bağımsız biçimde seçebilir.
Eğitim
şart diye diye çarkın dişlisi olmaya ittiğimiz kadınlara sadece
ekonomik özgürlük vaat eden bu toplum düzeni bugün eğitimli,
çalışan kadınlarını erkek şiddetinden koruyamıyorsa kadın
özgürlüğünü çok yanlış anlamıştır. Bugün birçok okumuş
ve çalışan kadın mahalle baskısı ile evlenip aile kurmaya
itiliyor. Birçok eğitimli ve çalışan adam, kadınları dövüyor
ve öldürüyor. Demek ki şart olan bu tip bir eğitim değil.
Eğitim ve kariyer gelişmemiş ülkelerde hayati sayılır. Oysa ki
gelişmiş insan eğitimin tutsaklığı körüklediğini bilir.
Düşünceyi kıskaca alıp tektip insan yetiştirmeye odaklı eğitim
kurumları kadının iş gücünden faydalanacağı bir kariyer
hayatı ile bu niyetine özgürleşme süsü veriyor. Ekonomik
özgürlüğüne rağmen kötü giden evliliğini sürdürmek zorunda
hisseden kadınların durumu düşünülmeli. Cebindeki paranın
kadını korumadığı aşikar. Çekirdek aile ve devlet iş birliği,
kadının maruz kaldığı erkek elli işkenceleri halı altına itip
hiçbir şey olmamış gibi davranmaya itiyorsa bir özgürlük
ekonomik yolla mümkün olamaz. Ortada düpedüz bir ahlak sorunu
vardır. Ahlaki kısıtlamalarla kadının özgürlüğünü elinden
alan toplum nesiller boyu devraldığı bu çarpıklıkla yüzleşmeli.
Şimdi adı olmayan kadınlar için Kosmos'un şairane dili ile
sorgulattığı verili düzeni yeniden sorgulama zamanı.
*Bu yazı Bayan Yanı isimli derginin Kasım, 2014 sayısında yayınlanmıştır.