27 Ocak 2015 Salı

“Benim adım Neptün, senin adın Kübra olsun”

          Bir kadın cinayetine ramak kala kurtulan ama hayatı hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak bir kadının anneliğe uyandığı ilk günlerin kabusa dönüştürülmesini okurken gözüm bu kabusu gerçekleştirenin adına takıldı ve Reha Erdem'in Kosmos filmindeki saf aşkın başlangıcındaki replik aklıma geldi. Filmde köye yeni gelen genç adam, âşık olduğu kızla ilk diyalogunda ona adını soruyordu. Kızdan: “Neptün olsun” karşılığını alan genç adam bunun üzerine sevinçle:“Senin Adın Neptün olsun, benim de Kosmos”diyordu. Aşka göre kurgulanmak böyle bir şeydi işte! Aşk, ismini bile seçebildiği bir özgürlük vaat ediyordu insana. Oysa bu şiirsel kurgudan çıkıp gerçek hayatın soğukluğuna düşünce insan ne ismini ne de talihini seçebildiğini görüyor.
          İşte bu soğuk zeminde bazı talihsiz rastlantılar insanın gözüne ilişebiliyor. Bu hikâyede ise isimler aşktan önce var. Adam Neptün. Kadın ise Kübra. Kübra, birçok dilde “Seni seviyorum” demesini bilir. Ay gibi güzeldir. Sonra uzak diyarlardan doğduğu topraklara dönmek ister. Burada bir aile kurmalıdır. Neptün baba, Kübra anne olacaktır. Sonunda bebek gelir. Neptün, Kübra'nın bildiği dilleri bilmez. Ana dillerinde dahi anlaşamazlar. Neptün, konuşup anlaşamadığı Kübra'nın kimse ile konuşamayacağını düşünür. Bu düşünce ile Kübra'ya bir darbe ile bildiklerini unutturur ve bir darbe ile de sözcükleri...Kübra sessizlik uykusuna dalar. Uyandığında ise artık hiçbir dilde “Seni seviyorum” diyemeyecektir.
          Kübra'nın ay yüzü soldurulur, bildikleri unutturulur. Gerçeğin hikâyesinde Neptün'ün ahlakı aşık olduğu kadına bunları eder. Öyle ki Neptün, Kübra'nın sezeryan sonrasında komaya girdiği yalanını söyler. Zaten dürüst olan hangi adam komaya girmiş karısından bebeğini kaçırır. Neptün bunu da yapar, Kübra'ya bebeğini göstermez. İnsan kendine, Kübra'nın hayatını yok ettikten sonra nasıl rahat uyur uykusunda sorusunu sormadan edemez.
          Kızı Kübra'yı görmek isteyen annesi ise Neptün'ün yalanlarına inanır. Başka bir deyişle, kızını bu yalanın kucağına teslim eder.Oysa kızı önceden de mutsuzdur, ama annesi bilmez. Herkes mutluluk oyunu oynamayı tercih eder. Mutluluk oyununun bedelini görmezden gelir. Kızının kocası tarafından dövüldüğünü ise ancak doktordan öğrenir.
          Kübra sonunda uzun uykudan uyanır. Uyanışla birlikte kötü anılar da hortlar. İçini yakan o anı tek tek harflerle anlatmak zorunda kalır. Kübra ne adını, ne de ona bu işkenceleri eden adamı verili düzenden bağımsız biçimde seçebilir.
          Eğitim şart diye diye çarkın dişlisi olmaya ittiğimiz kadınlara sadece ekonomik özgürlük vaat eden bu toplum düzeni bugün eğitimli, çalışan kadınlarını erkek şiddetinden koruyamıyorsa kadın özgürlüğünü çok yanlış anlamıştır. Bugün birçok okumuş ve çalışan kadın mahalle baskısı ile evlenip aile kurmaya itiliyor. Birçok eğitimli ve çalışan adam, kadınları dövüyor ve öldürüyor. Demek ki şart olan bu tip bir eğitim değil. Eğitim ve kariyer gelişmemiş ülkelerde hayati sayılır. Oysa ki gelişmiş insan eğitimin tutsaklığı körüklediğini bilir. Düşünceyi kıskaca alıp tektip insan yetiştirmeye odaklı eğitim kurumları kadının iş gücünden faydalanacağı bir kariyer hayatı ile bu niyetine özgürleşme süsü veriyor. Ekonomik özgürlüğüne rağmen kötü giden evliliğini sürdürmek zorunda hisseden kadınların durumu düşünülmeli. Cebindeki paranın kadını korumadığı aşikar. Çekirdek aile ve devlet iş birliği, kadının maruz kaldığı erkek elli işkenceleri halı altına itip hiçbir şey olmamış gibi davranmaya itiyorsa bir özgürlük ekonomik yolla mümkün olamaz. Ortada düpedüz bir ahlak sorunu vardır. Ahlaki kısıtlamalarla kadının özgürlüğünü elinden alan toplum nesiller boyu devraldığı bu çarpıklıkla yüzleşmeli. Şimdi adı olmayan kadınlar için Kosmos'un şairane dili ile sorgulattığı verili düzeni yeniden sorgulama zamanı.

*Bu yazı Bayan Yanı isimli derginin Kasım, 2014 sayısında yayınlanmıştır.