
Kadının
öznelik konumu tartışıladursun kadınlar hayatlarında bilhassa
ikili ilişkilerinde ne kertede öznelik konumlarına sahip çıkarak
“ben” diyor sorusu ile bu yazıya başlamak istiyorum. Kadınlar
ikili ilişkilerinde öncelikle karşı tarafın ilgisini çekmeye ve
bu ilgiyi uzun vadede tutmaya odaklanırken kendilerinin karşı
tarafa ilgileri olup olmadığını çok geç sorguluyorlar, kimileri
ise sorgulama sisteminin fişini çekmiş hâllerde. Günümüzde
kadının kendilik düzleminde farkındalığı artacakken ne
hikmetse müthiş bir azalmayla dibe vuruyor. Heteroseksüel bir
ilişkide kadın, erkekle pek ilgilenmese de bir ego tuzağına
çekilip erkeğin alakasını garantiledikten çok sonra kendisine
dürüstçe söz konusu adamı isteyip istemediğini soruyor. Evlenme
teklifi arayışı, başka bir deyişle ilişkinin ciddi bir yöne
evrilmesi ise genellikle hep kadının arzulayacağı bir verili
istek şemasına sürüklüyor bizleri. Erkeklerse genellikle önce
kendi seslerine kulak veriyor. Toplumdan ve karşı taraftan bağımsız
biçimde kendilerine ne istediklerini sorup net ve dürüst bir
cevaba kavuşarak ilişkilerine daha sağlıklı başlıyorlar.
Kadınlara (belki bin beş yüzüncü kez) gelince: “Senden önce,
senden sonra” nakaratı ile kendilerinden önce karşı tarafın
öznelik konumunun güdümünde hareket etmeyi tercih edip kişisel
tatminlerini minimuma çekiyorlar.
Kadınların
istemedikleri durumları deneyimlemeleri ve saçlarını süpürge
etmeleri toplumda adeta kadın olmanın bir gereği gibi görülüyor.
Yaşadığı tüm güçlüklere rağmen oyundan kopmayan kadın
personası başta kadın tarafından meşrulaştırılıyor. Çoğu
kadın ilişkiye başlarken ilişkinin uzun soluklu olması
tahayyülünde. Bir insan pek fazla tanımadığı bir başka insanla
bir ömür yaşayabileceğini hangi akıl tutmasıyla arzulayabilir?
Çoğu kadın, karşı cinsle yeni bir ilişkiye hatta iletişime
başlarken dürüst bir muhakemeye girmeksizin evlensek nasıl
olurdu, aileme uyar mıydı? demeye başlıyor. Bu noktada anlık
güdülerle yüzleşmek de epey sorunlu oluyor. Çoğu kadın tensel
etkileşimle duygusal ve düşünsel etkileşimi birbirine karıştırıp
yine topyekün sonu evliliğe çıkan kastırmasyonlara girişmeyi
vatana millete borç biliyor. Hatta fiziksel çekimi ayıp sayıp
kendi dürtülerini yoksayanların sayısı azalması gerekirken
giderek artıyor.
Bunun
arkasında yatansa değersizleştirilme endişesi.
Bir
kadın x erkekle iletişim kurarken kendisini rahatça ifade
ettiğinde dahi “Acaba benim rahat bir kadın olduğumu mu
düşündü?” kaygısıyla “Ben o bildiğin kadınlardan değilim”
tavrına bürünüp tribal enfeksiyona geçebiliyor. Çoğu kadın
one night stand'in kendilerine uygun olmadığını ifade ediyor.
Erkeklerse toplumun genel kanısı üzerinden bu konuda evlilikten
kaçan her tür takılma alemine açık ve istemedikleri ilişkide
yer almayacak denli daha bir farkındalık içinde lanse ediliyor.
“Neden benimlesin?” sorusunu soran bir kadının
“İstemesem/sevmesem neden senle olayım?” cevabını alması
kaçınılmaz. Aslında kadın kendi kendini ikna edemediğinden
erkeğin nasıl bu denli kolaylıkla ikna olduğuna şaşırıyor ve
empati kabiliyetinin tıkandığı yer tam da bu nokta oluyor.
Kadınlar aynı soruyu kendilerine yönelttiklerinde kendi hislerini ve
düşüncelerini dışarıda bırakıyorlar. Devreye hep üçüncü
şahısların gözleri giriyor. Ben gerçekten istemememe rağmen bu
adamlaysam bu adam da pekala beni kırmamak için benimle birlikte
oluyor olabilir veya kesin bir çıkar sözleşmesi ile bana hain
oyunlar oynama planları içinde gibi paranoyak gevelemelerle özgüven
kaybına yeni bir boyut kazandırıyor. Bence kadınların başta
erkekler ve erkek egemen zihniyetle örülü toplumda
değersizleştirilme korkusu yetiştirilişleriyle ilgili.
KADINLARI
EVCİLLEŞTİRMEYİN! ONLARI İYİ AİLE KIZI OLMANIN ÖTESİNE
TAŞIYIN! TABİAT CANDIR.

İHALE
YİNE YENİDEN KADINA MI KALIYOR?
Yetiştirilme
koşullarıyla bağdaşık olarak kadınların önce “ben”
diyebilme yetisi ortadan kaldırılıyor. Her bireyin kendine
hayattaki her türden durum için “Beklentim nedir?” sorusunu
sorması elzem. Bu soruya dürüst cevaplar verildiği ölçüde
hayalkırıklığı ve depresyonun önüne geçilebilir. Aksi
takdirde sürekli bulunduğu kaba göre şekil alan otantik kimliğini
bulamayan kadınlar için tutsaklık kaçınılmaz. Daha iletişim
esnasında bu adamın niyeti evlilik mi başka bir şey mi ilk
sorulacak soru olmamalı. Neden tanınmayan biri ile yaşama
sorumluluğunu üstlenecek olmak bu kadar cazip olsun? Adeta evlilik
içinde tanışılacağı gibi dest-i izdivaç kafalarını besleyen
bir hamle değil mi bu? Gençler birbirlerini 21.yüzyılda dahi
muhallebicide hadi bilemedin kafede tanıyacak anlaşacak ve
evlenecek sonunda da mutlu olacak tasavvuru nasıl meşrulaştırılıyor
anlamış değilim. Tanımayı geçtim, hiç sevmediği adama yas
tutan kadınlar da var. O beni sevsin, benim onu gerçekten sevip
sevmemem mühim değil, yeter ki ciddi düşünelim. Oyy! Oyyy!
Giderek
muhafazakarlaşan bir çevrede kadınların biricik sorunu ise
kendilerini tanımadan başkasını tanıdıklarına ikna olabilme
safdillikleri. Birçoğu tüm iyi okullara ve kariyer planlarına
rağmen hayatlarındaki asıl imzayı iyi bir evlilikle atacakları
kanısında. Bu pekala romantik bir düş olarak görülebilir. Ne
var ki bir özne olarak kadınların çoğu toplumsal itki ile
yetiştirilmelerinden belki de asla olmak istemeyecekleri adamlarla
oluyorlar. Burada geleneksel kadın imajının payı da yok değil
hani. Kadın süzülüp mendilini atar. Erkek de peşinden deli
divane sürüklenir, aşk mektupları ile kadını ikna etmeye
kalkışır. Rakiplerin arasından sıyrılıp ona hayatındaki en
özel kişi olma payesini sunmalıdır. “Madem ki çok istedin,
haydi bari olalım” yanıtı ile sırf ilgi açlığından ve ikna
edilmeye susamışlıktan kendini unutan nice kadın var. Oysa ki ilk
soru bu adam beni yatay ve dikey olarak ne kadar tatmin ediyor
olmalı. (Tatmin olmayıp da ilişkiye devam eden erkek sayısı çok
az olduğundan bu soruyu bilhassa kadınlar kendilerine sormalı).
İlişkide beklentilerin örtüşmesi mutluluğun kapılarını açar.
Beklentinin ne kadarının gerçekleştiğini sınamak için
ötekilerin değil, kendi beklentilerinin peşine düşmeli.
Bu
yazıyı genellemelerle bina etmek istemiyorum. Elbette ezber bozan
öznelik konumuna sahip çıkan hisleri ve dürtülerine öcü
gözüyle bakmayan kadınlar da var. Ne var ki, bu kadınlar çok
istisnai konumdalar. Toplumun genelinde hatta yüksek öğretimde
gördüğüm manzara maalesef pek iç açıcı değil. Bu özerk
alanda dahi kendini bile bile tutsaklığa iten olumlanma kaygısından
kendini unutan çok kadın görüyorum. Hatta hâlâ kadın mı kız
mı ayrımı ile cümleye başlayan sözüm ona akademisyen
olacakların vay hâline demekten gayrı söz yok. Biçare düzenin
içinde kadının özerk kimliğini oluşturması ve buna sahip
çıkması çok önemli. Devrimi yine kendiliklerine sahip çıkarak
kadınlar yapmalı. Kısıtlamalar ve sansürlerle önümüzde tutuş
gücü ivmelenen uzun bir yol var. Siz sağ, ben selamet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder