23 Haziran 2015 Salı

Kadının Fiziğine Değil, Fizikçisine Odaklanmak

ALMANYA'DAN BİR KADIN PORTRESİ: TÜLİN KARABULUT ARDIÇ İLE FİZİK ALANINDA KADIN OLMAYI, EĞİTİM SİSTEMİNİ VE GÜNEŞ ENERJİSİ İLE ÇALIŞAN FIRININI KONUŞTUK

“Fizik okumaya başladığımda aslında fark ettim ki, bütün kadınlar fizik okumalı. Çünkü fizik demek doğanın kendisi demek. Doğa demek ise kadın demek benim için”

Duygu Yavuz: Tülin, bize biraz kendini tanıtman klişesi ile röportaja başlamak istiyorum. Mütevazı oluşundan kendinden bahsetmenin ne kadar sancılı olduğunu tahmin ettiğimden işini kolaylaştırmak için söze soru ile başlayayım: Türkiye'den sonra Almanya'da bir yaşam kurma fikri nasıl doğdu?
Tülin Karabulut Ardıç : Sevgili Duygu, öncelikle bana bu fırsatı veren başta sen olmak üzere, bütün Bayan Yanı çalışanı arkadaşlara, sevgili Editörünüze tüm kalbimle teşekkür ederim. Türkiye'nin ilk kadın mizah dergisinde röportaj yapmak onur verici ve çok özel, çok mutlu ettiniz beni. 1972 İzmir doğumluyum, tüm öğrenimimi İzmir'de tamamladım ve bir süre yine İzmir'de özel bir dershanede fizik öğretmenliği yaptım. O sıralarda eşimle tanıştım, kendisi uzun yıllardır Almanya'da yaşıyordu. Evlendim ve Almanya'ya geldim, tamamen duygusal sebeplerle yani.
Duygu Yavuz: Bir kadın olarak Almanya ile Türkiye arasındaki yaşantın arasında bir fark görüyor musun? Mesela ben evden çıkarken toplu taşıma aracına bineceğimi hesaba katarak giyiniyorum. Hatta sokakta yürürken bile tacize uğrama ihtimalimi düşünerek bu dikkatle kıyafetlerimi seçiyorum. Avrupalı kadınların bu kaygıyı yaşamıyor olmalarına hep imrenmişimdir. Sen Türk nüfus fazla da olsa bir Avrupa kentinde yaşıyorsun. Bir kadın olarak hem varoluşsal hem de fiziki koşullar bakımından kısıtlanmışlık hissini, iki ülkede de yaşamış biri olarak nasıl değerlendiriyorsun?
Tülin Karabulut Ardıç: Bir kadın olarak Avrupa'da yaşamak yukarıdaki anlattıkların çerçevesinde son derece rahat. Senin anlattığın koşulları İzmir'de yaşamama rağmen biliyorum. Tek kelimeyle, utanç verici! Burada günün ve gecenin her saatinde bir kadın istediği şekilde giyinerek dışarı çıkabilir. Tacize uğrama ihtimali ise, Türkiye ile karşılaştırıldığında, yok denecek kadar az. Burda yasalar çok keskin ve de kadına ya da çocuğa tacizin cezası ağır. İş yaşamında da erkeklerle çalışmak son derece rahat burada. Alman erkekleri son derece saygılı ve size kadın kimliğiniz üzerinden ötekileştirme ile değil, çalışma arkadaşı kimliğinizle yaklaşıyorlar. İstisnai durumlar tabii ki burada da var; ama asla geneli kapsayacak yapılacak boyutta değil. Buralarda kadının adı var.
Duygu Yavuz: Bir iş azımsanacaksa son zamanlarda genellikle şöyle deniyor: “Ne yani? Bu kadar yoğun ne işin olabilir ki? Sanki atomu parçalıyorsun/atom fiziği ile uğraşıyorsun!” Şimdi herhâlde senin alanın söz konusu olunca bu atarı çevrendekiler sana kolay kolay yapamıyordur. Sahi fizik alanında ilerleyip hoca olmana kadarki süreç nasıl gerçekleşti? Fizik, çocukluğundan beri istediğin, idealinde olan bir alan mıydı?
Tülin Karabulut Ardıç: Aman diyelim, atomu parçalamak çok tehlikeli! Öncelikle şunu belirteyim ben akademisyen değilim. Ege Üniversitesi Fizik Bölümü mezunuyum, bu bölümü nasıl seçtiğime gelince tamamen tesadüftü. Fizik okumaya başladığımda aslında fark ettim ki, bütün kadınlar fizik okumalı. Gercekten, fizik bizim doğamıza bire bir uyan bir bilim dalı. Çünkü fizik demek doğanın kendisi demek. Doğa demek ise kadın demek benim için. Almanya'ya geldiğimde yine mesleğimle uğraşmak için tekrar Johannes Gutenberg Üniversitesi'nde fizik ve matematik okudum. Öğrenimime başladığımda kızıma hamileydim, kızım Üniversite'nin kampüsünde büyüdü diyebilirim. Sonunda bütün zorluklara rağmen yilmadım ve Almanya'da da mesleğime kavuştum.
Duygu Yavuz: Peki, fizik alanı söz konusu olduğunda akademide erkek hükümranlığına Almanya'da da rastladın mı?
Tülin Karabulut Ardıç: Maalesef rastladım. Erkek egemenliği dünyanın her yerinde var. Ha burda cok belirgin değil belki ama var. Kadınların üzerindeki yük dünyanın her yerinde erkeklerden daha fazla bence. Bir Alman kadını, -ki alman erkekleri bizim erkeklerimize göre eli öpülesi yaratıklardır- için bile ilk etapta çocukların eğitimi, onlarla ilgilenmek, evin düzenini sağlamak başta gelir. Hâl böyle olunca kariyer ikinci plana atılır.
Duygu Yavuz: Öğretmenlikte uygulamaya dayalı metotlara başvurarak öğrenci ile iletişim kurmayı önemsiyorsun. Sanki bu yolla onlara kuru teorinin ötesinde, deneyle belleklerinde de iz bırakacak şeyler sunuyor gibisin. Bu eğitim sisteminin öngördüğü bir şey mi, yoksa sen mi özel olarak bu uygulamaları tasarlıyorsun?
Tülin Karabulut Ardıç:Aynen, kalıcı öğrenme sadece bire bir aktif katılımla mümkündür. Bunu yaparken, çocuğun öğrenilen bilgi ile ilgili o zamana kadarki tecrübelerini hesaba katmak gerekir ve tabii ki motivasyon! Çocuk içsel motivasyonunu sadece öğrenilecek şeyin kendi hayatındaki izdüşümünü gördüğünde ve işe yaradığını düşündüğünde harekete geçirir, ya da onu rahatsız etmen gerekir. Yani, o güne kadar deneyimlediği şeylerle öğrenilecek seyler arasında çelişki olmalıdır. O zaman çocukta rahatsızlık başlar, denge bozulur, dengeyi tekrar kurabilmesi için de öğrenmeden başka şansı yoktur, öğrenir. Bu anlamda burda öğretmenin tahtada bir şeyler anlatması ve çocuğun pasif olarak dinlemesi geçerliliğini yitiriyor. Yeni sistemde öğretmen sadece danışman, yol gösterici. Buna uygun ders vermek için de ön hazırlık yapmak gerekiyor, yani çocuğun dersin başında bir motivasyona ihtiyaci var. Bunu ben matematikte ya da fizikte, o konuyla ilgili ilginç hikâyeler anlatarak, celişkili şeyler sunarak yada ilginç deneyler yaparak sağlıyorum. Sonra hiçbir şey demeden onların bu konuda ne düşündüklerini sorguluyorum, birbirleriyle çatıştırıyorum. Sonunda küçük küçük itmelerimle bir sonuca varıyorlar; ama onlar varıyor. Fizik ya da matematik dilini ilk etapta fazla kullanmıyorum, günlük hayatta kullandıkları dilden bilim diline yavaş yavaş geçiyorum. Vardıkları bu sonuca uygun düşecek sorular hazırlıyorum, ya da deneyler, onlar sonuçlardan yola çıkarak dersin sonunda kendileri buluyorlar öğrenilecek şeyi. Dersin başlığını birlikte atıyoruz. Mesela geçenlerde “exponentiel fonsiyon”u bira köpüğünün zamanla azalması deneyini yaparak anlattım. Deneyi yaptılar ve gördüler ki bira köpüğünün zamanla azalması doğrusal değil, exponentiel. Bu şekilde ders hazırlamak çok zaman alıyor. Yorucu; ama değiyor. Çocukların anlatmak istediğin şeyi, kendilerinin bulması harika! Almanların “EIS-Prensibi” dedikleri bir şey var. E: “enaktiv”; yani çocuğun öğrenme sırasında bire bir aktif olması. I: “ikonisch”; yani ögrenilecek seyin kafasinda resimlenmesi. S: “symbolisch”, çocuğun sözel ya da sayısal olarak öğrendiği şeyi tasvir edebilmesi. Bu üç ayağı olusturusanız kalıcı öğrenme oluyor. Zaten burda lise öğreniminin amacı cocuğu hayata hazırlamak, etrafında olup bitenlerin farkına varmasını sağlamak.

Duygu Yavuz:Bu uygulamalardan biri de global ısınmayı öğrencilerine anlatırken kullandığın güneş enerjisi ile çalışan fırın düzeneği kurmandı. Bu bana oldukça ilginç geldi. Fizikçi bir kadın oturup kendi fırınını yapıyor ve doğal enerji ile çalışan bu fırında hamur işleri yapıyor. Kadın ve doğanın birbirine yaklaştığı ekofeminizmi aklıma getirdin. Enerji tasarrufu ile çevreye karşı duyarlı bir kadın kurgusuna yerleştirdim seni. Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda'yı yazarken kadından bilim adamı çıkmaz diyen erkeklerle münakaşaya sokuyordu anlatıcısını. Şu fırın düzeneğini görse gurur duyardı seninle. Bu düzeneği nasıl kurdun? Öğrencilerine bu yolla global ısınmayı nasıl anlatmayı planladığını yazmıştın sanırım. Biraz anlatır mısın?
Tülin Karabulut Ardıç: Çocuklar global ısınmayı anlatmamı istediler bir gün. Ben de evde bütün haftasonumu ayırarak bir dizi deneyler yaptım. Global ısınmanın en önemli sebeplerinden birisi dünyadaki karbondioksit salınımının giderek yükselmesi. Karbondioksit atmosferin etrafında yoğunlaşarak bir tabaka oluşturuyor ve güneşten yeryüzüne gelen ışınlar toprağa yansıdıktan sonra, tekrar atmosfere girdiğinde bu karbondioksit tabakasını geçemiyor ve dünyaya geri dönüyor, dolayısıyla yerküre her geçen yıl bu ışınların tekrar yeryüzüne dönmesinden kaynaklı ısınıyor. İki termos getirdim. Birinin içinde normal hava vardı, diğerinin içine karbondioksit pompaladım ve ikisinin içine termometre yerleştirdim. Gücü yüksek bir lambanın (ki bu lamba güneş görevi görüyordu) altına her ikisini yerleştirdiğimde çocuklar termometreden içinde karbondioksit olan kap daha fazla ısındığını gözlemledi. Eminim, bu deneyden sonra asla global ısınmanın nedenini unutmayacaklar. Sonra siyah cismin ısınmasından yola çıkarak fırını hiç göstermeden su soruyu sordum: Düşünün ki dağ başındasınız, elektriğiniz ya da fırınınız yok, ekmek yapmanız gerekli, doğayı kullanarak nasıl yapardınız?” Biraz tartıştıktan sonra fırını getirdim. Fırının içini tamamen siyaha boyadım, fırına düşen ışınlar böylece siyah tabaka tarafından soğutulacak ve tekrar dışarıya yansıtılmayacaktı. Böylece içerideki ısı miktarı muazzam şekilde artacaktı. Tabii ki izolasyonu için de cok uğraştım. Fırın tamamen kartondan yapıldı. Sonra lambanın altında yaklaşık 1 saatten fazla tuttuk, icerdeki sıcaklık 110°'ye ulaştı, sonra da içine küçük hamur işlerini koyduk, pişirdik ve afiyetle yedik. Çok güzel bir deneyimdi. Bu fırını ben icat etmedim, bu zaten bilinen bir şeydi. Ben sadece emek verip hayata geçirdim ve çocuklarıma gösterdim. Bu anlamda mucit değilim yani.

Duygu Yavuz: “Kötü öğrenci yoktur az/yetersiz eğitim vardır” cümlesine katılır mısın?
Tülin Karabulut Ardıç: Bütün çocuklar mucittir. Çocukların özellikle iki yaşına kadar olan o muazzam gelişmeleri tamamen içgüdüsel, doğarken beraberlerinde getirdikleri keşfetme yeteneği. Deneme, yanılma yöntemiyle keşfedip öğrenirler. Biz ne yapıyoruz? Bu yeteneklerini öldürüyoruz, çünkü kendilerinin keşfetmelerine, yanlış yapmalarına izin vermiyoruz, sorgulama ve yaratıcılıklarını öldürüyoruz. Kötü olan biziz, çocuklar değil.
Duygu Yavuz: Güneş enerjisi ile çalışan fırınının patentini alıp geliştirecek firmalar çıkar mı dersin? Bu fikirle köşe olma hayalleri...
Tülin Karabulut Ardıç: Bu kadar vahşi bir kapitalizmde hiç sanmam Duygu. Çünkü güneş enerjisiyle çalışan fırın normal fırına göre daha geç pişiriyor ve bunun için güneş gerekiyor. Bizim ülkemizde bu yapılır belki; ama her ülke bizim gibi güneş zengini değil. Ama bizim ülkemizde de eğitim ve iş disiplini yok. Alt yapısızlık, eğitimsizlik, dar bakış açıları -ki bunlar geri kalmış ülkelerin klasiğidir- ülkeyi kapitalizmin tahrip edici yönelimlerine itiyor. Mesela Nükleer Enerji yönelimi bunlardan en tehlikeli olanı.
Duygu Yavuz:Bu fırın gibi başka düzenekler de var mı? Şöyle evde uygulanabilir şekilde...
Tülin Karabulut Ardıç: Mutlaka vardır. Araştırmak ve zaman ayırıp yapmak gerekli. Hani Şair demiş ya: “Ah kimselerin vakti yok oturup ince şeyleri düşünmeye”...
Duygu Yavuz: Bazen kendini bir mucit olarak görüyor musun Tülin? Yani fizik kuralları ile mühendisliği birleştirip bir şeyler tasarlamak gibi bir hayalin oldu mu? Her işin bir en çok sevilen tarafı vardır ya; senin için eğitmenlik mi önde geliyor, yoksa bireysel üretim mi?
Tülin Karabulut Ardıç: Asla mucit değilim.Ben sadece öğrendiklerimi hayata geçiriyorum. Benim için eğitmenlik dendiğinde akan sular duruyor, çocuklarla birlikte olmak muhteşem. Onların dünyası yetişkinlerden farklı, son derece adiller, sorguluyorlar, yapmacık değiller. Çocuklar çok gerçek ve ben hayatımın her alanında iyi ya da kötü fark etmez, hep gerçeği görmek isterim.

 
Duygu Yavuz: Genellikle sözel alanlarda kadınların yüzdesi erkeklere oranla daha fazla iken; aynı durum sayısal bilimlerde değişkenlik gösteriyor. Sence kadınların sayısal bilimlerde daha az boy göstermesinin nedeni ne olabilir?
Tülin Karabulut Ardıç: Önyargı olduğunu düşünüyorum, her yerde var ama bu önyargı. Avrupa ülkelerinde bile! Kadınların sözel bölümlerde daha başarılı olduğu safsatası yayılmış her yere. Mesela burada, fizik ve matematikle uğraştığımı söylediğimde ne gariptir ki; Almanlar da dâhil olmak üzere kadınlar daha çok şaşırıyor. Ben de onlara şaşırıyorum. Kızına küçüklüğünden itibaren bu yanlış bilgiyi vücut dilinle bile olsa empoze edersen kilitlersin onu, sonra o da bu kilitlenmeye uygun şekilde davranıp, sayısalı reddedecektir. Sorun bu bence. Almanya'da da öyle, fizik ve matematikte kadın öğretmen sayısı o kadar az ki, olanlara da tanrı muamelesi yapıyorlar, çok anlamsız. Fizik kadının doğasına çok uygun bir bilim dalı bence. Bir kere fizik her yerde, tıpkı kadın gibi. İşlemezse dünya durur, tıpkı kadın gibi. Fizikte çok çelişkili görünen doğa olayları çok pratik biçimde açıklanır, tıpkı kadının hayatın her alanında pratik olması gibi...
Duygu Yavuz: Nobel'de fizik alanında kadınların az olması konusunda ne düşünüyorsun?
Tülin Karabulut Ardıç:Yukarıdaki anlatımlardan yola çıkarsak, zaten fizikçi kadın akademisyenlerin sayısı çok azken, Nobel'de yer almamaları doğal değil mi? Ayrıca çok da önemi yok. Bence sevgi dolu, sorumluluk sahibi ve doğaya saygılı çocuk yetiştiren her kadın zaten Nobelli benim gözümde, dünyanın onaylamasına hiç gerek yok. Anne ve cocuk onaylıyorsa bu durumu, Nobel veren amcalar çekilebilirler. Yalnız belirtmeliyim ki; matematiğin nobeli olarak görülen Fields madalyasını geçtiğimiz yıl 1924'den beri ilk kez Harvard Üniversitesi'nden mezun İran asıllı Prof. Dr. Meryem Mirzakhani aldı.
Duygu Yavuz: Bir de Türkiye'deki enerji politikaları üzerinden bir soru sormak istiyorum. Hidroelektrik santrali mi? Rüzgar enerjisi mi?
Tülin Karabulut Ardıç: Hidroelektrik Santralleri diğer enerji üreten santrallerle karşılaştırıldığında doğa için zararlı emisyonlar üretmiyor, yani ne dışarıya karbondioksit salıyorlar, ne de zararlı ışınlar yayıyorlar. Ama doğanın ve içinde yaşayan canlıların varlığını tehlikeye sokuyorlar, ekolojik yapıyı bozuyorlar, iklimleri değiştiriyorlar vs. vs. Rüzgar santralına gelince, rüzgar doğanın bize hediyesi. Tabii ki, rüzgarın her zaman her yerde aynı şiddette esmemesi problem, daha çok dağlarda ve deniz kıyılarında rüzgar şiddeti fazla, buralara da santraller kurmak zor. Ayrıca rüzgarı bir yerde saklayayım da sonra kullanayım gibi bir lüksümüz de yok. Varsa kullanırsın, kullanamazsan gider. Ayrıca rüzgar santralleri yerleşim yerlerinin dışında yer almalı, hem emniyet açısından hem de gürültüsü açısından. Ama rüzgar santrallerinin bu dezavantajları gelecekte çözülebilir. Dikkat ettiyseniz bu dezavantajlarının içinde doğaya verdiği zarar yok. O zaman tabii ki, rüzgar santralleri derim. Yalnız çok gelişmeye açık bir mühendislik alanı. Almanya bu konuda mühendislere oldukça destek sağlıyor. Almanya'da yaklaşık 17.841 tane rüzgar santrali var ve bunlar Almanya'nın elektrik enerjisi ihtiyacının %6'sını karşılıyor.

Duygu Yavuz: Paylaştıkların ve verdiğin bilgiler için teşekkür ederiz Tülin.Tülin Karabulut Ardıç: Ben teşekkür ederim Duygu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder