ALMANYA'DAN BİR KADIN
PORTRESİ: TÜLİN KARABULUT ARDIÇ İLE FİZİK ALANINDA KADIN
OLMAYI, EĞİTİM SİSTEMİNİ VE GÜNEŞ ENERJİSİ İLE ÇALIŞAN
FIRININI KONUŞTUK
“Fizik okumaya başladığımda aslında fark ettim ki, bütün kadınlar fizik okumalı. Çünkü fizik demek doğanın kendisi demek. Doğa demek ise kadın demek benim için”
“Fizik okumaya başladığımda aslında fark ettim ki, bütün kadınlar fizik okumalı. Çünkü fizik demek doğanın kendisi demek. Doğa demek ise kadın demek benim için”
Duygu Yavuz: Tülin,
bize biraz kendini tanıtman klişesi ile röportaja başlamak
istiyorum. Mütevazı oluşundan kendinden bahsetmenin ne kadar
sancılı olduğunu tahmin ettiğimden işini kolaylaştırmak için
söze soru ile başlayayım: Türkiye'den sonra Almanya'da bir yaşam
kurma fikri nasıl doğdu?
Tülin Karabulut Ardıç :
Sevgili
Duygu, öncelikle bana bu fırsatı veren başta sen olmak üzere,
bütün Bayan Yanı çalışanı arkadaşlara, sevgili Editörünüze
tüm kalbimle teşekkür ederim. Türkiye'nin ilk kadın mizah
dergisinde röportaj yapmak onur verici ve çok özel, çok mutlu
ettiniz beni. 1972 İzmir doğumluyum, tüm öğrenimimi İzmir'de
tamamladım ve bir süre yine İzmir'de özel bir dershanede fizik
öğretmenliği yaptım. O sıralarda eşimle tanıştım, kendisi
uzun yıllardır Almanya'da yaşıyordu. Evlendim ve Almanya'ya
geldim, tamamen duygusal sebeplerle yani.
Duygu Yavuz: Bir
kadın olarak Almanya ile Türkiye arasındaki yaşantın arasında
bir fark görüyor musun? Mesela ben evden çıkarken toplu taşıma
aracına bineceğimi hesaba katarak giyiniyorum. Hatta sokakta
yürürken bile tacize uğrama ihtimalimi düşünerek bu dikkatle
kıyafetlerimi seçiyorum. Avrupalı kadınların bu kaygıyı
yaşamıyor olmalarına hep imrenmişimdir. Sen Türk nüfus fazla da
olsa bir Avrupa kentinde yaşıyorsun. Bir kadın olarak hem
varoluşsal hem de fiziki koşullar bakımından kısıtlanmışlık
hissini, iki ülkede de yaşamış biri olarak nasıl
değerlendiriyorsun?
Tülin Karabulut Ardıç: Bir
kadın olarak Avrupa'da yaşamak yukarıdaki anlattıkların
çerçevesinde son derece rahat. Senin anlattığın koşulları
İzmir'de yaşamama rağmen biliyorum. Tek kelimeyle, utanç verici!
Burada günün ve gecenin her saatinde bir kadın istediği şekilde
giyinerek dışarı çıkabilir. Tacize uğrama ihtimali ise, Türkiye
ile karşılaştırıldığında, yok denecek kadar az. Burda
yasalar çok keskin ve de kadına ya da çocuğa tacizin cezası
ağır. İş yaşamında da erkeklerle çalışmak son derece rahat
burada. Alman erkekleri son derece saygılı ve size kadın
kimliğiniz üzerinden ötekileştirme ile değil, çalışma
arkadaşı kimliğinizle yaklaşıyorlar. İstisnai durumlar tabii ki
burada da var; ama asla geneli kapsayacak yapılacak boyutta değil.
Buralarda kadının adı var.
Duygu Yavuz: Bir
iş azımsanacaksa son zamanlarda genellikle şöyle deniyor: “Ne
yani? Bu kadar yoğun ne işin olabilir ki? Sanki atomu
parçalıyorsun/atom fiziği ile uğraşıyorsun!” Şimdi herhâlde
senin alanın söz konusu olunca bu atarı çevrendekiler sana kolay
kolay yapamıyordur. Sahi fizik alanında ilerleyip hoca olmana
kadarki süreç nasıl gerçekleşti? Fizik, çocukluğundan beri
istediğin, idealinde olan bir alan mıydı?
Tülin Karabulut Ardıç: Aman
diyelim, atomu parçalamak çok tehlikeli! Öncelikle şunu
belirteyim ben akademisyen değilim. Ege Üniversitesi Fizik Bölümü
mezunuyum, bu bölümü nasıl seçtiğime gelince tamamen tesadüftü.
Fizik okumaya başladığımda aslında fark ettim ki, bütün
kadınlar fizik okumalı. Gercekten, fizik bizim doğamıza bire bir
uyan bir bilim dalı. Çünkü fizik demek doğanın kendisi demek.
Doğa demek ise kadın demek benim için. Almanya'ya geldiğimde yine
mesleğimle uğraşmak için tekrar Johannes Gutenberg
Üniversitesi'nde fizik ve matematik okudum. Öğrenimime
başladığımda kızıma hamileydim, kızım Üniversite'nin
kampüsünde büyüdü diyebilirim. Sonunda bütün zorluklara rağmen
yilmadım ve Almanya'da da mesleğime kavuştum.
Duygu Yavuz: Peki,
fizik alanı söz konusu olduğunda akademide erkek hükümranlığına
Almanya'da da rastladın mı?
Tülin Karabulut Ardıç:
Maalesef
rastladım. Erkek egemenliği dünyanın her yerinde var. Ha burda
cok belirgin değil belki ama var. Kadınların üzerindeki yük
dünyanın her yerinde erkeklerden daha fazla bence. Bir Alman
kadını, -ki alman erkekleri bizim erkeklerimize göre eli öpülesi
yaratıklardır- için bile ilk etapta çocukların eğitimi, onlarla
ilgilenmek, evin düzenini sağlamak başta gelir. Hâl böyle olunca
kariyer ikinci plana atılır.
Duygu Yavuz:
Öğretmenlikte uygulamaya dayalı metotlara başvurarak öğrenci
ile iletişim kurmayı önemsiyorsun. Sanki bu yolla onlara kuru
teorinin ötesinde, deneyle belleklerinde de iz bırakacak şeyler
sunuyor gibisin. Bu eğitim sisteminin öngördüğü bir şey mi,
yoksa sen mi özel olarak bu uygulamaları tasarlıyorsun?
Tülin Karabulut Ardıç:Aynen,
kalıcı
öğrenme sadece bire bir aktif katılımla mümkündür. Bunu
yaparken, çocuğun öğrenilen bilgi ile ilgili o zamana kadarki
tecrübelerini hesaba katmak gerekir ve tabii ki motivasyon! Çocuk
içsel motivasyonunu sadece öğrenilecek şeyin kendi hayatındaki
izdüşümünü gördüğünde ve işe yaradığını düşündüğünde
harekete geçirir, ya da onu rahatsız etmen gerekir. Yani, o güne
kadar deneyimlediği şeylerle öğrenilecek seyler arasında çelişki
olmalıdır. O zaman çocukta rahatsızlık başlar, denge bozulur,
dengeyi tekrar kurabilmesi için de öğrenmeden başka şansı
yoktur, öğrenir. Bu
anlamda burda öğretmenin tahtada bir şeyler anlatması ve çocuğun
pasif olarak dinlemesi geçerliliğini yitiriyor. Yeni sistemde
öğretmen sadece danışman, yol gösterici. Buna uygun ders vermek
için de ön hazırlık yapmak gerekiyor, yani çocuğun dersin
başında bir motivasyona ihtiyaci var. Bunu ben matematikte ya da
fizikte, o konuyla ilgili ilginç hikâyeler anlatarak, celişkili
şeyler sunarak yada ilginç deneyler yaparak sağlıyorum. Sonra
hiçbir şey demeden onların bu konuda ne düşündüklerini
sorguluyorum, birbirleriyle çatıştırıyorum. Sonunda küçük
küçük itmelerimle bir sonuca varıyorlar; ama onlar varıyor.
Fizik ya da matematik dilini ilk etapta fazla kullanmıyorum, günlük
hayatta kullandıkları dilden bilim diline yavaş yavaş geçiyorum.
Vardıkları bu sonuca uygun düşecek sorular hazırlıyorum, ya da
deneyler, onlar sonuçlardan yola çıkarak dersin sonunda kendileri
buluyorlar öğrenilecek şeyi. Dersin başlığını birlikte
atıyoruz. Mesela geçenlerde “exponentiel fonsiyon”u bira
köpüğünün zamanla azalması deneyini yaparak anlattım. Deneyi
yaptılar ve gördüler ki bira köpüğünün zamanla azalması
doğrusal değil, exponentiel. Bu
şekilde ders hazırlamak çok zaman alıyor. Yorucu; ama değiyor.
Çocukların anlatmak istediğin şeyi, kendilerinin bulması harika! Almanların
“EIS-Prensibi” dedikleri bir şey var. E: “enaktiv”; yani
çocuğun öğrenme sırasında bire bir aktif olması. I:
“ikonisch”; yani ögrenilecek seyin kafasinda resimlenmesi. S:
“symbolisch”, çocuğun sözel ya da sayısal olarak öğrendiği
şeyi tasvir edebilmesi. Bu üç ayağı olusturusanız kalıcı
öğrenme oluyor. Zaten burda lise öğreniminin amacı cocuğu
hayata hazırlamak, etrafında olup bitenlerin farkına varmasını
sağlamak.
Duygu Yavuz:Bu
uygulamalardan biri de global ısınmayı öğrencilerine anlatırken
kullandığın güneş enerjisi ile çalışan fırın düzeneği
kurmandı. Bu bana oldukça ilginç geldi. Fizikçi bir kadın oturup
kendi fırınını yapıyor ve doğal enerji ile çalışan bu
fırında hamur işleri yapıyor. Kadın ve doğanın birbirine
yaklaştığı ekofeminizmi aklıma getirdin. Enerji tasarrufu ile
çevreye karşı duyarlı bir kadın kurgusuna yerleştirdim seni.
Virginia Woolf, Kendine
Ait Bir Oda'yı
yazarken kadından bilim adamı çıkmaz
diyen erkeklerle münakaşaya sokuyordu anlatıcısını. Şu fırın
düzeneğini görse gurur duyardı seninle. Bu düzeneği nasıl
kurdun? Öğrencilerine bu yolla global ısınmayı nasıl anlatmayı
planladığını yazmıştın sanırım. Biraz anlatır mısın?
Tülin Karabulut Ardıç:
Çocuklar
global ısınmayı anlatmamı istediler bir gün. Ben de evde bütün
haftasonumu ayırarak bir dizi deneyler yaptım. Global ısınmanın
en önemli sebeplerinden birisi dünyadaki karbondioksit salınımının
giderek yükselmesi. Karbondioksit atmosferin etrafında yoğunlaşarak
bir tabaka oluşturuyor ve güneşten yeryüzüne gelen ışınlar
toprağa yansıdıktan sonra, tekrar atmosfere girdiğinde bu
karbondioksit tabakasını geçemiyor ve dünyaya geri dönüyor,
dolayısıyla yerküre her geçen yıl bu ışınların tekrar
yeryüzüne dönmesinden kaynaklı ısınıyor. İki termos getirdim.
Birinin içinde normal hava vardı, diğerinin içine karbondioksit
pompaladım ve ikisinin içine termometre yerleştirdim. Gücü
yüksek bir lambanın (ki bu lamba güneş görevi görüyordu)
altına her ikisini yerleştirdiğimde çocuklar termometreden içinde
karbondioksit olan kap daha fazla ısındığını gözlemledi.
Eminim, bu deneyden sonra asla global ısınmanın nedenini
unutmayacaklar. Sonra
siyah cismin ısınmasından yola çıkarak fırını hiç
göstermeden su soruyu sordum: Düşünün ki dağ başındasınız,
elektriğiniz ya da fırınınız yok, ekmek yapmanız gerekli,
doğayı kullanarak nasıl yapardınız?” Biraz tartıştıktan
sonra fırını getirdim. Fırının içini tamamen siyaha boyadım,
fırına düşen ışınlar böylece siyah tabaka tarafından
soğutulacak ve tekrar dışarıya yansıtılmayacaktı. Böylece
içerideki ısı miktarı muazzam şekilde artacaktı. Tabii ki
izolasyonu için de cok uğraştım. Fırın tamamen kartondan
yapıldı. Sonra lambanın altında yaklaşık 1 saatten fazla
tuttuk, icerdeki sıcaklık 110°'ye ulaştı, sonra da içine küçük
hamur işlerini koyduk, pişirdik ve afiyetle yedik. Çok güzel bir
deneyimdi. Bu
fırını ben icat etmedim, bu zaten bilinen bir şeydi. Ben sadece
emek verip hayata geçirdim ve çocuklarıma gösterdim. Bu anlamda
mucit değilim yani.
Duygu Yavuz: “Kötü
öğrenci yoktur az/yetersiz eğitim vardır” cümlesine katılır
mısın?
Tülin Karabulut Ardıç: Bütün
çocuklar mucittir. Çocukların özellikle iki yaşına kadar olan o
muazzam gelişmeleri tamamen içgüdüsel, doğarken beraberlerinde
getirdikleri keşfetme yeteneği. Deneme, yanılma yöntemiyle
keşfedip öğrenirler. Biz ne yapıyoruz? Bu yeteneklerini
öldürüyoruz, çünkü kendilerinin keşfetmelerine, yanlış
yapmalarına izin vermiyoruz, sorgulama ve yaratıcılıklarını
öldürüyoruz. Kötü olan biziz, çocuklar değil.
Duygu Yavuz: Güneş
enerjisi ile çalışan fırınının patentini alıp geliştirecek
firmalar çıkar mı dersin? Bu fikirle köşe olma hayalleri...
Tülin Karabulut Ardıç: Bu
kadar vahşi bir kapitalizmde hiç sanmam Duygu. Çünkü güneş enerjisiyle çalışan fırın normal fırına göre daha geç
pişiriyor ve bunun için güneş gerekiyor. Bizim ülkemizde bu
yapılır belki; ama her ülke bizim gibi güneş zengini değil.
Ama bizim ülkemizde de eğitim
ve iş disiplini yok. Alt yapısızlık, eğitimsizlik, dar bakış
açıları -ki bunlar geri kalmış ülkelerin klasiğidir- ülkeyi
kapitalizmin tahrip edici yönelimlerine itiyor. Mesela Nükleer
Enerji yönelimi bunlardan en tehlikeli olanı.
Duygu Yavuz:Bu
fırın gibi başka düzenekler de var mı? Şöyle evde
uygulanabilir şekilde...
Tülin Karabulut Ardıç:
Mutlaka
vardır. Araştırmak ve zaman ayırıp yapmak gerekli. Hani Şair
demiş ya: “Ah kimselerin vakti yok oturup ince şeyleri
düşünmeye”...
Duygu Yavuz: Bazen
kendini bir mucit olarak görüyor musun Tülin? Yani fizik kuralları
ile mühendisliği birleştirip bir şeyler tasarlamak gibi bir
hayalin oldu mu? Her işin bir en çok sevilen tarafı vardır ya;
senin için eğitmenlik mi önde geliyor, yoksa bireysel üretim mi?
Tülin Karabulut Ardıç: Asla
mucit değilim.Ben sadece öğrendiklerimi hayata geçiriyorum. Benim
için eğitmenlik dendiğinde akan sular duruyor, çocuklarla
birlikte olmak muhteşem. Onların dünyası yetişkinlerden farklı,
son derece adiller, sorguluyorlar, yapmacık değiller. Çocuklar çok
gerçek ve ben hayatımın her alanında iyi ya da kötü fark etmez,
hep gerçeği görmek isterim.
Duygu Yavuz: Genellikle
sözel alanlarda kadınların yüzdesi erkeklere oranla daha fazla
iken; aynı durum sayısal bilimlerde değişkenlik gösteriyor.
Sence kadınların sayısal bilimlerde daha az boy göstermesinin
nedeni ne olabilir?
Tülin Karabulut Ardıç:
Önyargı olduğunu düşünüyorum, her yerde var ama bu önyargı. Avrupa
ülkelerinde bile! Kadınların sözel bölümlerde daha başarılı
olduğu safsatası yayılmış her yere. Mesela burada, fizik ve
matematikle uğraştığımı söylediğimde ne gariptir ki; Almanlar
da dâhil olmak üzere kadınlar daha çok şaşırıyor. Ben de
onlara şaşırıyorum. Kızına küçüklüğünden itibaren bu
yanlış bilgiyi vücut dilinle bile olsa empoze edersen kilitlersin
onu, sonra o da bu kilitlenmeye uygun şekilde davranıp, sayısalı
reddedecektir. Sorun bu bence. Almanya'da da öyle, fizik ve
matematikte kadın öğretmen sayısı o kadar az ki, olanlara da
tanrı muamelesi yapıyorlar, çok anlamsız. Fizik kadının
doğasına çok uygun bir bilim dalı bence. Bir kere fizik her
yerde, tıpkı kadın gibi. İşlemezse dünya durur, tıpkı kadın
gibi. Fizikte çok çelişkili görünen doğa olayları çok pratik
biçimde açıklanır, tıpkı kadının hayatın her alanında
pratik olması gibi...
Duygu Yavuz:
Nobel'de fizik alanında kadınların az olması konusunda ne
düşünüyorsun?
Tülin Karabulut
Ardıç:Yukarıdaki
anlatımlardan yola çıkarsak, zaten fizikçi kadın
akademisyenlerin sayısı çok azken, Nobel'de yer almamaları doğal
değil mi? Ayrıca çok da önemi yok. Bence sevgi dolu, sorumluluk
sahibi ve doğaya saygılı çocuk yetiştiren her kadın zaten
Nobelli benim gözümde, dünyanın onaylamasına hiç gerek yok.
Anne ve cocuk onaylıyorsa bu durumu, Nobel veren amcalar
çekilebilirler. Yalnız
belirtmeliyim ki; matematiğin nobeli olarak görülen Fields
madalyasını geçtiğimiz yıl 1924'den beri ilk kez Harvard
Üniversitesi'nden mezun İran asıllı Prof. Dr. Meryem Mirzakhani
aldı.
Duygu Yavuz: Bir
de Türkiye'deki enerji politikaları üzerinden bir soru sormak
istiyorum. Hidroelektrik santrali mi? Rüzgar enerjisi mi?
Tülin Karabulut Ardıç:
Hidroelektrik
Santralleri diğer enerji üreten santrallerle karşılaştırıldığında
doğa için zararlı emisyonlar üretmiyor, yani ne dışarıya
karbondioksit salıyorlar, ne de zararlı ışınlar yayıyorlar. Ama
doğanın ve içinde yaşayan canlıların varlığını tehlikeye
sokuyorlar, ekolojik yapıyı bozuyorlar, iklimleri değiştiriyorlar
vs. vs. Rüzgar santralına gelince, rüzgar doğanın bize hediyesi.
Tabii ki, rüzgarın her zaman her yerde aynı şiddette esmemesi
problem, daha çok dağlarda ve deniz kıyılarında rüzgar şiddeti
fazla, buralara da santraller kurmak zor. Ayrıca rüzgarı bir yerde
saklayayım da sonra kullanayım gibi bir lüksümüz de yok. Varsa
kullanırsın, kullanamazsan gider. Ayrıca rüzgar santralleri
yerleşim yerlerinin dışında yer almalı, hem emniyet açısından
hem de gürültüsü açısından. Ama rüzgar santrallerinin bu
dezavantajları gelecekte çözülebilir. Dikkat ettiyseniz bu
dezavantajlarının içinde doğaya verdiği zarar yok. O zaman tabii
ki, rüzgar santralleri derim. Yalnız çok gelişmeye açık bir
mühendislik alanı. Almanya bu konuda mühendislere oldukça destek
sağlıyor. Almanya'da yaklaşık 17.841 tane rüzgar santrali var ve
bunlar Almanya'nın elektrik enerjisi ihtiyacının %6'sını
karşılıyor.
Duygu Yavuz: Paylaştıkların
ve verdiğin bilgiler için teşekkür ederiz Tülin.Tülin Karabulut Ardıç: Ben teşekkür ederim Duygu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder