9 Mayıs 2015 Cumartesi

Canilikler Diyarı'nda İkiyüzlü Ahlâk: Koşullu İsyan

           
                Türkiye, gözü dönmüş erkeklerin bir arada yaşadığı bir ülke. Bu erkek çetesi, kadınları taciz ediyor, kadınlara tecavüz ediyor, kadınları öldürüyor. 11 Şubat 2015'te korkunç bir cinayete kurban giden Özgecan Aslan'ın ardından, nihayet, daha geniş kitlelerin tepkisi ile kadın cinayetleri tartışılır oldu. Erkeklik inşasının, hükümetin cinayet faillerini cesaretlendiren söylemlerinin ve hukuki yaptırımların, tabiri caizse katilleri koruduğunun gündeme taşınması bakımından bu tartışmalar önemliydi. Maalesef Özgecan'ın ilk ve son olmadığı, her geçen gün yeni kadın katliamlarına uyandığımız Türkiye'de, kamuoyunun kadın cinayetlerine olan yaklaşımı vasıtasıyla, “duyarlılık” nâmına bile olsa, cinsiyetçi tutumun tüm marazları ile açıkça kendini gösterdiğine tanık olduk.
Toplumun kadın ve erkek cinsine yüklediği kodlar ve görevler çevresinde toplumsal cinsiyetin yıkılmaya çalışıldığı, cinsel tercihlerin sorgulanmadığı, ötekileştirmelerin son bulduğu ve heteroseksüel normların hızla terk edildiği bir dünyada ne yazık ki, normlar dâhilinde heteroseksüel bir ilişkinin bile yasaklı kılındığı, geri kalmışlıkta ayak direten bir ülke hâline gelmemiz utanç verici! Bugün insanların sevgilileri, hatta kızlı-erkekli arkadaş grubuyla aynı çatı altında yaşamasına bile karışan bir devlet anlayışı mevcut. Ülkeyi soyup soğana çeviren sözüm ona muhafazakâr hükümet erkânı, halkın özel hayatını didiklemekten, yatak odasına girmekten zerre çekinmiyor. Kiminle yaşayacağına, medeni hâline, kaç çocuk yapacağına, kürtaj hakkına, kahkaha atmasına, iş yerinde çalışmasına, kısacası tüm temel haklarına müdahale edilenler de hep kadınlar oluyor. Buna karşılık hükümet ve yandaşları, mahreme müdahaledeki ısrarcı tutumlarını şiddet söz konusu olduğunda bir anda terk ediyor, ikiyüzlü bir tutumla: “Karı-koca arasındakine karışılmaz” diyor. Hatta tecavüzcü veya katil yerine; mağdur ve maktulü sıkıştırıp suçluyor.
         Özgecan Aslan cinayeti ardından büyüyen tepkilerle birlikte, bu tepkinin ortaya çıkışında toplumsal ahlâk da sorgulandı. Mini etek giyip içki içtiği adam tarafından tecavüze uğrayan ve öldürülen kadınlar söz konusu olduğunda neredeyse “Hak etmiş!” diyen kirli zihinlerin ahlâkından söz ediyorum. Hükümet erkânı kadar toplumun da ikiyüzlülüğünü ortaya koyduğu; o, kokuşmuş ahlâk-sızlık çığ gibi büyüyor. Bu, kirli işbirliği canımızı yakmaya son sürat devam ediyor. Ölü Kadınlar Memleketi isimli kitabın yazarı Burçe Bahadır'ın bu konuda harika bir yazısı vardı. Elektronik yolla okuruna ulaşan Egoistokur'da yer alan “İçin Yanmazsa İnsan Değilsin...” başlıklı yazısında Bahadır, şöyle diyordu: “Özgecan’a sevgilisi tecavüz etseydi veya kocası? Ya da bir bardan çıkmış olsaydı, yine üniversite öğrencisi hâliyle, yine o masum gözleriyle? Peki ya tecavüzle karşı karşıyayken mini eteği olsaydı üzerinde? Ya da adama biber gazı sıkmaktansa, tecavüzü göze alsaydı? O vakit üzüntü yüzdemiz ne kadar düşecekti ya da düşmeliydi mesela? Şimdi tek yürek olanların kaçı şüpheyle yaklaşacaktı bu menfur olaya?”1Burçe Bahadır, yazdıkları ile harikulâde bir yüzleşmeye davet ediyor gibi. Devletin ve toplumun koşullu isyanı; yani ancak belli koşullarla mağdurun ve maktulün hakkını teslim eden bir tepkisellik söz konusu. Başına gelenleri çekmekle mükellef tutulan, çilekeşliği nisbetinde erdemlilik gösterdiği kandırmacası ile uyutulan, bazen uyutulmasına bile gerek kalmayıp kendi yoz reflekslerine boğulan toplum, bu koşullu isyandan sıyrıldığı ölçüde bir şeyler iyiye gidebilir. Toplumun isyan bayrağını çekmesi için ilk iş, kendi ahlâkı ile yüzleşmesi gerekiyor.
          Özgecan Aslan cinayeti sonrasında Twitter'da “sen de anlat” hashtag'i ile insanlar, başlarından geçen taciz ve tecavüz vakalarını anlatmaya başladı. Bu, travmayı en azından paylaşarak azaltma ve mağdur edenlerin ifşa edilmesi için isabetli bir atılımdı. Ben de geçtiğimiz yıl Bayan Yanı'nın mart sayısında “'Yazma' veya Sözlü Taciz Girişimleri: Diyaloğa Ayak Direten Monologlar” başlıklı yazımda okura siz de taciz hikâyelerinizi paylaşın çağrısında bulunmuştum. Bugün ise madem ki, erkeklik inşasının arızalı olduğunu ileri sürüyoruz, başta erkeklerin kendi şiddetleri ile yüzleşmeleri gerektiğini ileri sürüyorum. Çoğu erkek, başka erkeklerin şiddetini kınayıp bu konuda öğretici iletiler paylaşırken, sıra kendi şiddetleri ile yüzleşmeye geldiğinde hemen kaçmayı tercih ediyor. “Şiddetin büyüğü, küçüğü olmaz” deyip tüm erkekler kız kardeşlerine, sevgililerine, eşlerine, annelerine, çocuklarına uyguladıkları şiddetle yüzleşip kendi şiddetlerini utanmadan yazabildikleri zaman, sağlıklı bir erkeklik inşasının ilk adımını atabilecekler. Zaten büsbütün güvensiz olan bu ülkede, bir kadın olarak aklı başında erkeklerin desteğini hissetmeye büyük bir gereksinim var. Esnafından okumuşuna, hiçbir eğitim ve sosyo-ekonomik koşulla ayrıştırılamayan bir erkek şiddeti ile yüz yüze gelmek derin bir ümitsizlik yaratıyor. Feminist kuramlara dair kuvvetli okumaları, yazıları olup da birlikte olduğu kadına manevi ve fiziksel şiddet uygulayan erkekleri ise daha acıklı bir konumda görüyorum. Sağda solda makaleleri ile boy gösteren bu türden entelektüel erkeklerin yakınları olan kadınlara hat safhada şiddet uygulamaları ise ayrı bir ikiyüzlülük hikâyesi! Bu anlamda her erkek, kahramanlığı bir kenara bırakıp kendi katilliği ile yüzleşmeli!
          Üçüncü sayfa haberlerinin tüm sayfaları ele geçirdiği, her gün yeni bir kabusa uyandığımız bu ülkede kadın katillerinin cezalandırılmamasının gerekçesi ne olabilir? Melda Onur, muhalefet partilerinden bazı milletvekillerinin anayasada kadına yönelik şiddette cezai yaptırımları arttırıcı, hatta trans ve eşcinsellerin haklarını gözeten madde önerileri ile gittiklerinden; ancak bu konuda hiçbir şey yapılmadığından söz etti. Onur, bu önerilerden neredeyse bir külliyat oluştuğunu söylese de bu konuda hiçbir şekilde harekete geçilmemesi ne kadar anlamsız! Devlet, kadınlarını resmen ölüme terk ediyor! Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı çıkıp iyi hâlden ceza indirimi yapan savcıyı sorumlu tutuyor. “Karar, savcının insiyatifinde. Yargı bağımsız” diyor. Yargının bağımsızlığını hiçbir şekilde hissettirmeyip konu kadın cinayetlerine gelince bağımsızlık edebiyatı yapmak ne kadar basite kaçmak oluyor. Öte yandan savcılığın savunucusu bir avukat çıkıp “kanunlarımız toplumun örf ve adetlerine göre düzenlendiğinden bu kararda savcı toplumun isteğini gözetiyor” diyebiliyor. Herkes topu birbirine atmada birinci! İcraata gelince akıldışı önerilerle idam lakırdısından gayrısı yok! İç güvenlik yasa tasarısı da “yargının bağımsızlığı”nı gözler önüne seriyor. Gerçekten de yargı öyle bağımsız ki, savcı kararı olmadan polis sizi gözaltına alabilecek! Kapalı kapılar ardında zaten ettiği zulmü daha bir aymazlıkla devlet-baba güvencesi ile sürdürecek!
          Özgecan Aslan cinayetinden sonra ülkedeki hukuki yaptırım noksanlığına itiraz edip kendi yöntemlerini devreye soktuğunu, bir kahramanlık destanı kaleme alıyor edasıyla sunan Sedat Peker ise akıl tutulmasında son nokta idi. Sedat Peker, iki kadının mağduriyetini nasıl giderdiğini uzun uzun anlatırken, erkeklik inşasının mihenk taşı olan delikanlılık kurgusunun arızalarına muazzam örnekler sunuyordu. Sedat Peker, ilk hikâyede 94-95 senelerinde bir orgeneralin eski yâverinin kızının kocası tarafından tehdit edildiğini ve bu konuda nasıl yardım ettiğini anlatıyordu. Eski koca, karısı ile ilişkiye girerken bir arkadaşına görüntülerini kaydettirmiş ve kadını bu görüntülerle tehdit etmişti. Sedat Peker ise bu adamı cezalandırdığını aktarırken şöyle diyordu: “Bedava cinsel ilişkiye girmek için eski karısına bunları reva görenin aynı duyguyu yaşaması için adama buraya yazsam herkese çok enteresan gelecek şeyler yaparak, resimlerini de çekip bana getirdiler”2 Sedat Peker, “bedava cinsel ilişki için karısına bunları reva gören” derken seks işçilerine şiddeti reva mı görüyor orası muamma. Tabii eşini şiddetle tahakkümü altına almaya çalışan psikopat kocanın asıl maksadını ücretsiz sekse bağlamak da başı çeken bir marazdı. Bu herkese “enteresan” gelecek, korkunç cezalandırmanın ardından kayda aldığı işkence fotoğraflarını ise şiddet mağduru kadına yollaması bambaşka bir enteresanlıktı. Sedat Peker : “Ruh sağlığı, yaşadıklarından dolayı çok bozulmuştu. Hiç değilse biraz yüreği soğusun istemiştim” diyerek “bayan”a fotoğrafları yollamayı kahramanlıktan sayıyor. Şiddet mağdurunun, şiddetle alınan intikamını izlemenin onu rahatlatacağını düşünüyor. Sonra da bu aldığı teşekkürle ne kadar haklı olduğunu yazıyor. Kendi yaptığının zaman aşımından ötürü ceza almayacağını da belirtmeden edemiyor. İkinci hikâyede ise Peker, bu kez 14 yaşında tecavüze uğramış bir kızın intikamını aldığını aktarıyor. Burada da cezalandırdığı suçlunun görüntülerini çocuk yaştaki mağdura yolladığını benzer şekilde anlatıyor: “Bu şahsın görüntülerini öncelikli olarak tecavüze uğramış küçük hanımefendiye yollayıp biraz içinin soğumasını sağladım”3 diyor. Neresinden baksanız psikopat bir adalet anlayışı ile karşılaşıyorsunuz. Mafya mevzubahis olunca buna şaşmamalı. Buna karşılık, benzer bir delikanlılık anlayışını, koşullu isyanı -orospu ise revadır vb.- ve kadına yardımcı olurken dahi onunla empati kuramamayı, sürekli şiddete başvurmayı çevredeki diğer erkeklerde de görmek mümkün.
            Mafya babalarından sonra gelelim aile babalarına...Akşam 8'den önce evde olma baskısı yaratınca güpegündüz otobüste kıçını elleyen, okula/işe giderken yolda her türlü iğrenç fantazisini utanmadan kulağına eğilip söyleyen adamdan kurtulacağını sanan, her türlü fenalığın gece vakti olacağına inanan saf babalardan söz ediyorum. Hele bir de baba baskısından korkup da uğradığın şiddetten, taciz ve tecavüzden bahsedememek var! O çok koruyucu görünen, hassaslık abidesi babayı kalp krizinden korumak için kendini feda eden, mağdur olduğu ile kalan binlerce kadın var bu ülkede! Bir de babaların kız evlatlarını korurkenki ikiyüzlülüğü, kızlarını yaşamak istedikleri hayattan men edip her türlü özgürlüklerini ellerinden alıp, sürekli hayatlarını sabote etmekte de kendini göstermiyor değil. Korumakla hapsetmeyi bir tutan çarpık bir zihniyet, psikopatların ekmeğine yağ sürüyor! Sevgilisini babasına dahi söyleyemeyen bir kız evlat nasıl olacak da sevgilisi tarafından şiddete uğrayınca babasına mevzuyu açabilecek?! Babanın: “Ben sana dememiş miydim?! Sana müstahak! Beni öldüreceksin! Katil edeceksin!” diye ilk şamarı kızına atacağı aşikârken, aynı anlayışın devlet politikalarında da “Mini etek giymeseymiş, akşam o saatte, orada ne işi var?” şeklinde kendini göstermesi tüm ülkeyi bir kadın hapishanesine dönüştürüyor. “Şimdi ülkenin durumu berbat! Etraf kadın kasapları ve tecavüzcülerle dolu!” diyerek kız çocuklarını daha mı çok kısıtlamalı? Kızların sokaklardan silinmesi için elinden geleni ardına koymayan eril zihniyet, çarpık ahlâk anlayışı ile koruduğunu iddia ederken bile zarar veriyor. İşte burada da koşullu isyanla ikiyüzlü bir ahlâki yapılanma kendini gösteriyor: Babanın kızı olmak istiyorsan, babanın dizinin dibinden ayrılma! Bir süs bitkisi gibi ona itaat et!
            Özgecan'ın katilinin annesi, oğlunun boşandığı kocasında kaldığını, yani oğlunun babası ile yetiştiğini söyledi. Eski eşi tarafından kemerle dövülüp, kesici aletlerle fiziksel şiddete maruz kalan Suphi Altındöken'in annesi Naciye Tan, oğlunun babasının şiddeti yüzünden psikolojisinin bozulmuş olduğunu belirtti. Tam da bu noktada neden kendisi de aynı işkenceden geçmiş biri olarak gidip tecavüze yeltenip adam öldürmeye teşebbüs etmiyor sorusu aklımdan geçti. Baba ve toplum şiddetine en ağır biçimde maruz kalan kadınlar neden erkekler kadar cani olamıyor? Erkek bilincine sahip olup, kadın olduğunu iddia edenleri bu konunun dışında tutuyorum.
Devlet-baba, mafya babaları, aile babaları, sevgililer, erkek arkadaşlar, erkek kardeşler, eril bilinci sahiplenen kadın işbirlikçiler, kısacası ataerkil yapının tamamının yeryüzünden silinmesi için ilk adımı kendimizle yüzleşerek atmalıyız. Başkalarının şiddetini eleştirmek yerine, takkeyi önümüze koyup ikiyüzlülüğü, koşullu isyanı bir kenara bırakıp kendi şiddetimizle yüzleşmeliyiz. Bilhassa erkekler bu yüzleşmeden geçerken, kadınlar da eril bilince ne kadar hizmet ettiklerini düşünmeli. Bir de mağduriyete başkaldırmada koşulsuz biçimde birleşmeyi...


1<http://egoistokur.com/burce-bahadirin-yazisi-icin-yanmazsa-insan-degilsin/> linkinden Gülenay Börekçi'nin paylaştığı, Burçe Bahadır'a ait yazının tamamına erişebilirsiniz.
2 Haberin kaynağı ve detayları için <http://haber.sol.org.tr/turkiye/sedat-pekerden-kan-donduran-ozgecan-mesaji-107909> linkine başvurabilirsiniz.

3 İkinci vakanın detayları için bu kaynağa başvurulabilir: <http://www.milliyet.com.tr/sedat-peker-in-tecavuzcuye-gundem-2014541/>

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder